Kandır çocuğu da basdiş istesin…

Yayın Tarihi: 11/03/24 11:14
okuma süresi: 7 dak.

Yazının başlığını ben atmadım, gazeteci abim Serhat İncirli attı. Geçen gün yazdığı bir makalesinden arakladım. Güzel de oldu.

Hikayeyi bilirisiniz işte. Belki de en büyük şansımız olan ve bizi basit ve garip bir topluluktan, devlet sahibi olma seviyesine çıkaran 1960 anlaşmalarını bozmak için adanın her iki tarafından da bolca çaba harcandı.

Bizim taraftaki ekiplerin niyeti Taksim’di. Karşı taraftaki Rum dostlarının niyetiyse Enosis… İkisi de kendi anavatanlara katılmak anlamında ortaya atılan karşıt retoriklerdi.

O zamanın canlı tanıklarından olan annemle babam, cumhuriyet kurulduktan sonra işlerin ayrılıkçı cephenin ‘felaket olacak’ öngörüsüne zıt bir şekilde iyi gitmesinden rahatsız olup, karşıt propaganda yaptıklarını anlatırlar.

İşte tüm Kıbrıs’ın hala daha kullandığı “Gandır çocuğu da Taksim istesin!” deyişi o günlerde ortaya çıkar.

Babam bu deyişin aslında bir dalga geçme yöntemi olduğunu söylüyor. Annem de ona katılıyor. Babam “biz cumhuriyetten memnunduk. Kıbrıslı Türklerin refahı da sosyal statüsü de ileriye gitmeye başlamıştı. O zaman her ne kadar yeraltına indiği söylense de teşkilatın adamlarının gezip gezip cumhuriyeti kötülediklerini biliyorduk. Biz de kendi aramızda bu deyişi espri konusu yapmıştık. Böyle şekilde propaganda yapanlarla “ha yahu gandırın çocuğu da Taksim istesin” diye laf atardık. Sonraları maalesef birçoğu bu deyişe kandı” diye o günleri anlatıyor.

Tam da onun dediği gibi birçoğu bu yolda kandırılmış, önce 1963 hadiseleri ardından da 1964’te cumhuriyetten kopuş yaşanmıştı. Babamsa daha bıyığı terlemeden soluğu Bozdağ’da almıştı. 1963-1974 arası yaşadıklarımız elbette ki bugün içinde yaşadığımız düzenin ilk temellerinin döşendiği yıllar olacaktı. Adına da kısaca BEY yönetimi deniliyordu.

1974 savaşından sonra kuzeyde kurulan ve hukuk dışında sayılan KTFD’yi de, sonrasında başımızı daha da büyük belalara sokacak olan KKTC’yi de işte bu “Gandır çocuğu da Taksim” istesin zihniyeti kurdu.

O günden sonra da adanın kuzeyinde kalan ganimetin üzerinden tam bir üleşme düzeni yaratan bu zihniyetin bizi getirdiği nokta utanmadan sıkılmadan ‘basdiş istemek’ noktasından başka bir şey değildir.

“Basdiş istemek” tabii ki olayın metaforudur. Zira adanın kuzeyinde kurulan yapının hemen her tarafına yayılan çürümesi tabii ki basit bir düğün basdişiyle yetinecek gibi değildi.

Bunun yerine deniz kenarında kalan oteller, villalar, sanayi binaları, 1.5 milyon dönüm toprak, evler, katlar, yatlar hatta Maraş’ın fayansları bile ganimet olarak sömürüldü.

Bu ganimet düzenini idame ettirecek işbirlikçi hükümetler ya da siyasi zümrelerse her zaman kolayca bulundu.

Düzen kurulup, devletçilik oynamaya başlanınca da elbette “bizim çocuğa iş” en geçerli basdiş durumuna geldi! Bireysel kurtuluş uğruna toplumun geleceğini çalanlar etik değerleri bir kenara bırakıp yandaş kontenjanından devlete hücum ettiler.

Arada iktidara gelen güya sol hükümetlerin de zamanla aynı basdişçiliğe soyunduğunu yaşayarak gördük. Bu tür hükümetler ve yedikleri nanelerse halkın siyasete olan güvenini yitirmesine neden oldu. Böylece tam basdişleştik!

Basdişin de çeşit bin türü olduğunu KKTC denen düzenin işleyişinde öğrendik.

Bu kimi zaman adrese teslim şekliyle yandaşa ihale ya da kefilsiz senetsiz yine yandaşa dağıtılan kredi ve teşvikler oldu. Kuruluşunun neredeyse 20 yıl sonrasında bile hala daha teşvik alan üniversite modelleri böyle yaratıldı. Elbette böyle üniversite sahibi olmayı nenem de başarırdı!

Hani devletçilik oynanıyordu ya, bir devletin her türlü nitelikleri oluşturulmalıydı. Mesela gelişmiş ülkelerde toplumsal faydalar için yapılacak olan girişimleri finanse eden Kalkınma Bankası modelleri gibi şeyler. Bugün o bankadan alınan kredilerin yarısından fazlasının geri dönmemesi ve bunun da hesabının hiç sorulmaması, elbette bir nevi basdişti! Hem de bademlisinden!

Ama sadece o da değil, işin bir de devlet yönetme boyutu vardı. Tabii ki orada da bakanlık, vekillik, müdürlük, müsteşarlık ve daha nice kilit noktalar basdiş olarak kullanıldı. Sonra o mevkilerdeki koca koca adamlar gidip barem yükseltip devleti daha iyi söğüşleyebilsin diye sahte diplomalar aldılar.

E ne var yani? Olamaz? Bal gibi de olur, billahi olur.

Fakat çuvaldızı batırmadan geçemeyeceğim çünkü bu düzenin yaratılmasında ve idame edilmesindeki en büyük pay, basdiş istemeye alıştırılan toplumdur. Çünkü yaratılan organik basdişleşme hali bir yerden sonra konformizmi de kader yapmış ve karşılıklı çıkar ilişkisine dönüşmüştür. Yani ‘gör beni, göreyim’ seni gibi.

Bunu bu toplum istedi! Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın dedi. Bana ne dedi.

İş mi istiyorsun? Al sana iş!

Kredi mi? Al!

Mevkii? Hay hay!

Çünkü artık biliyoruz, ‘Basdiş düzeninde’ her şey mubahtır!

Aslında makalemin bu cümlesini aslında başlığı olarak atacaktım: Basdiş düzeni!

Ne kadar güzel bir başlık olurdu! Ama Serhat abiye torpil geçmek için onunkini seçtim. Hem belki reyting de alırım…

Kısacası dostlar, uzatmayayım.

Bugün kişisel temsilci Maria Angela Holguin bir kez daha adada. Kulisler tam da geçtiğimiz gün BM Barış Gücü Misyon Şefi Colin Stewart’ın çarpıcı ifadelerinde olduğu gibi “ya şimdi, ya da hiç” diyor.

Efsanevi Elvis Presley’in çok bilinen şarkısı “It’s now or never” da anlatılan durumdayız.

Öyle aval aval bakıp, hiç ses çıkartmayıp, meclisin anlamsız ve manasız tartışmalarına ya da basdiş düzenin yolsuzluklarına takılıp kalacaksak bilin ki işimiz iş!

Ya birbirimizle ‘sıkıca sarılıp’ mücadele edeceğiz, ya da bu basdiş diyarında tükenip gideceğiz…

Yarın, gerçekten de çok geç olabilir…Ya şimdi ya da hiç!

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Ulaş BARIŞ yazıları