Biraz ütopya, biraz da hikaye...

Yayın Tarihi: 14/03/25 05:00
okuma süresi: 9 dak.

Bu yıl da bize göre sözde Sağlık Bayramı geldi de çattı...

Bugün neler olacak, malumunuzdur!

Devletin tepesinden en altına kadar olan makamlar atıp tutacak...

Biz de inanır gibi yapacağız!

Bir yıl sonraya kadar sürede de unutulacak...

Her zaman olduğu gibi!

Hiçbir şey değişmeyecek anlayacağınız...

Sağlık tel tel dökülüyor mu, aynen öyle!

Elle tutulur, gözle görülür bir iyileştirme var mı, kesinlikle yok...

Çünkü sağlıkta sistem sistemsizlik içinde debelenip duruyor!

Aslında şahsen bizim sağlık konusunda ahkam kesmemiz de doğru değil çünkü konuya sadece gazetesi gözüyle bakıyoruz...

Dedik ki bir bilene soralım!

Değerli kardeşimiz Dr. İlker İpekdal’a sorduk, o da yanıtladı, hem de bilimsel bir gözle;

...

“Sağlık sistemindeki ve sağlıktaki sorunları tartışmak artık kabak tadı verdi.

Ne acıdır ki göz göre göre canların kaybedilebildiği bir noktadayız artık!

Trafik kazasından daha çok kayıp veriyoruz sağlıktaki sistemsizliğe. Bu sistemsizliğin pençesi yenidoğan bebeklerimize kadar uzanmış durumda!

...

Peki sorun nerede?

Sağlık personelinde mi?

Hayır.

Böylesine kara deliklerle dolu kaotik bir sağlık sisteminde, görevlerini canla başla yapan sağlık personelini kesinlikle konunun dışında tutmalıyız.

Sorunun temeli, siyasi iradeden ve bu siyasi iradeyi kimi zaman kullanan, kimi zaman da tehdit eden mafyavari statükodan kaynaklanıyor.

Hal böyle olunca da, sağlıkla ilgili istatistikler de yalan söylemiyor.

Şöyle ki:

Göç Kimlik ve Hak Çalışmaları Merkezi’nin Haziran 2024 döneminde yapılan anketine göre, sağlık sistemi içerisinde en fazla memnun olunan doktorlar, ambulans hizmetleri, laboratuvar tetkikleri yer alırken, en az memnun olunanlar arasında ise hastanelerin fiziki koşulları, genel tıbbi hizmetleri ve hastane otelcilik koşulları yer alıyor.  En çarpıcı sonuç ise her 10 kişinin 9’unun genel sağlık hizmetlerinden memnun olmadığı.

Veriler abartılı gelebilir. Ama değil.

Daha geçen ay yayınlanan geniş katılımlı bir saha çalışmasında, KKTC halkının her 10 kişiden 6’sı ülkenin birinci sorunu olarak sağlığı gösteriyor. Sağlıkla ilgili şikayetler geçim derdi, eğitim, kamuda yolsuzluk, adam kayırma gibi konuların da önüne geçiyor üstelik!

...

Peki sağlığın baş sorumlusu Sağlık Bakanlığı ne yapıyor?

Elbette ki bazı düzenlemeleri hayata geçiriyor. Ama hepsi devede kulak kalıyor, bir tür makyaj izlenimi veriyor. Sağlık sistemindeki temel sorunların ise üstü hep örtülü kaldığı için artık sistemden çürümüşlük kokuları geliyor!

Nasıl mı?

İşte örnekleri:

...

- Yatırımlara harcamamız gereken paraları, yurt içindeki ve yurt dışındaki özel hastanelerin kasalarına aktarıyoruz. Devlet Hastanelerinden dışarı yapılan sevkler konusu sanki öyle bir ranta dönüşmüş ki 2025 yılı için planlanan tüm sağlık bütçesinin %13’üne denk geliyor. Sevklere ayrılan rakam 2024 yılında 520 milyon TL iken bu miktar 2025 yılında 1 milyar 750 milyon TL’ye çıkarıldı!

Bu da gösteriyor ki, sadece sevklere ödenen paralar ile birkaç yıl içerisinde ülkenin ihtiyacı olan hastaneleri yapmak mümkün olabiliyor.

Peki sormak lazım, bu sevk saadet zincirini kimler kurdu? Neden kurdu? Ne zaman düzelecek?

Ya da yine sormak lazım, devlet sağlığı iyileştirdiğini iddia ediyor ise neden sevklere harcanan paralar katlanarak artıyor?

- Devlet hastanelerinde hemşire ve doktor eksikliğini kabul etsek de, eksiklik kaynaklı yığılmaların en büyük nedenlerinden birinin doktorların tam gün mesaiye uymamalarını görmezden geliyoruz.

Sağlıkta birtakım çevrelerin kurulu düzenlerinin, kazanç çarklarının, ahbap çavuş ilişkilerinin bozulmaması adına, koskoca sağlık organizasyonunun temeli dinamitleniyor her fırsatta! Hekim her yerde hekimdir, istediği yerde hasta bakabilmelidir denilirken, hastaların hekime neden ulaşamadıklarını nedense kimse sorgulamıyor. Devletin maaşını alıp hastaları mağdur eden, ardından özel hastanelerine ve kendi kliniklerine koşan bu sistemin vicdani, ahlaki ve hukuki hiçbir açıklaması yoktur!

- Devletin koruyucu sağlık hizmetlerinde de yeterli ivmeyi yakalayamadığını görüyoruz.

Diş hekimlerinin %95’inin özelde, kalan %5’lik bölümünün devlette çalıştığını düşündüğümüzde, ağız ve diş sağlığımızı özele teslim ettiğimiz ortadadır. Böyle bir organizasyonda, özellikle çocuklarda koruyucu ağız ve diş sağlığı uygulamaları sınıfta kalmıştır.

Yine benzer şekilde, özellikle çocukluk çağında başlayıp erişkin dönemde artan kilo fazlalığı ve obezite konusunda bilgilendirci, bilinçlendirici önlemler nerede ise hiç yok!Okul kantinleri glisemik indeksi yüksek gıdalarla dolu iken koltuklarında bitki çayı içen siyasilerin vicdanları ne düşünüyor acaba? Toplumun %70.8’i aşırı kilolu veya obez hale gelniş durumda! Bunlarla birlikte gelen ek sağlık sorunlarını da dikkate alacak olursak, büyük bir sağlıksızlık çukurundan çıkamıyoruz.

- Bir anne adayının en doğal hakkı olan normal doğumda da sınıfta kaldığımızın göstergesi, tüm doğumların sadece %20’sinin normal doğum olması, kalan %80’inde ise sezeryan ile doğumun tercih edilmesidir. Devletin, istekli annelere normal doğum hakkını tanıması, uygun anne adaylarında normal doğumu teşvik edici yönde önlemler alması yasal sorumluluğu iken, ne yazıktır ki anne ve bebekler yapay doğum ile yüzleşmek zorunda bırakılmaktadır. Sağlık Bakanlığı anne adayının normal doğum hakkına ivedilikle sahip çıkmalıdır!

- Ülkemizde yaklaşık her 8 kişiden biri antidepresan kullanıyor. Bu kadar yaygın kullanılıyor olmasının sebeplerinden birisi de reçetesiz satıldığı için kolay ulaşılabilir olmasıdır. Uzun dönem antidepresan kullanımlarının doğuracağı yan etkiler konusunda toplum bilinçsiz bırakılmış durumda. Üstelik, yan etkileri başka sağlık sorunları zannederek daha da dibe çekilmekte!

Dolayısıyla, sadece antidepresanlar değil tüm önemli ilaçların reçetesiz satışının önüne geçilmesi gerekiyor. Bu da ancak ilaçların dijital takip sistemi altında reçete ile temin edilmesi ile mümkün olabilir. Ancak, özellikle reçete skandalı olarak bilinen olaylardan sonra, ne yazıktır ki gerekli ders alınmamış, reçete ve ilaç takip sistemi hayata geçirilmemiştir.

- Reçete skandalı ile patlak veren ilaç temin sorunu ise hala tam olarak çözülebilmiş değil. Hastalar türlü angarya işlerle uğraşarak ihtiyaç duydukları ve hakları olan ilaçlarına ulaşmakta zorluk çekmeye devam etmekte, çoğu ise kendi paraları ile almayı tercih eder hale gelmiş durumda. Sosyal devlet anlayışı ile bağdaşmayan bu çağ dışı sisteme isyan edilse de kabullenilmiş çaresizlik ile hastaların kalan sağlıkları da tehlike altına girebilmekte.

- Temeli atılıp da bitirilemeyen hastaneler,

- Yılan hikayesine dönen devlet laboratuvarının durumu,

- Yurtdışına gönderilip de sonucu gelmek bilmeyen otopsi raporları,

- Sabahın erken saatlerinde hastanelerde çekilen kuyruk çilesi, adı olan kendisi olmayan randevu sistemi,

-Tanıdık olmadıkça alınamayan kurul raporları, yapılamayan sevkler

-Devlet hastanesinde işini yapmadan önce özelde görülmesi gerekenler,

-Yetkisiz, sahte sağlıkçılara teslim edilmiş toplum sağlığı, sağlığın diğer düğüm haline gelmiş sorunları arasında hala durmaya devam ediyor…

Yağmur yağmaktan usandı, rüzgar esmekten, deniz dalgalanmaktan….

Ama bizler sağlıktaki sorunları konuşmaktan öte yol alamadık…

Güneşi çoktan batmış sağlık sisteminde hastalar karanlığa terk edilmiş, toplum ise kendi başının çaresine bakar hale gelmiş…

Ne mi yapılmalı?

Önce toplum istemeli, hem de çok istemeli bu sistemin değişmesini…

Sonra medya toplumla birlikte sesini yükseltmeli, toplumun sesini daha çok duyurmalı sağlığın tepesindekilere!

Değişimi isteyen sağlıkçılar da yola çıkmalı, katılmalı onlara!

Ve bir Sağlık Bakanı olmalı. Bir elinde sevgisi, bir elinde ceza cetveli! Korkusuzca üzerine gitmeli statükonun ve değişimin lideri olup tarihe geçmeli!

İşte o zaman Sağlık Haftası bayram gibi kutlanır!

Gerisi biraz ütopya biraz da hikaye…”


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Kıbrıs Postası’nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Levent ÖZADAM yazıları