Holguin’in temaslarının önemini şimdi daha iyi anlıyorum…

Yayın Tarihi: 16/05/24 07:00
okuma süresi: 8 dak.

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in özel temsilcisi Maria Holguin’in adaya yaptığı son ziyaretin yankıları sürüyor.

Ziyaretleri sırasında Tatar ve Hristodulis’le bir araya gelen Holguin, Kıbrıs’ın her iki tarafındaki basına özel mülakatlar vermesinin yanı sıra, toplumların önde gelen kişi/kuruluşlarıyla da bir araya geldi.

Holguin’in verdiği önemli mesajları bir kenara bırakacak olursak, ziyaretin en önemli olayı, önerdiği 3’lü görüşmenin Ersin Tatar tarafından reddi oldu. Bir de onunla yaptığı son görüşmenin sadece 13 dakika sürmesi.

Kıbrıs müzakere tarihinin belki de en kısa teması olarak tarihteki yerini alacak olayı bir kenara bırakacak olursak, biraz bu üçlü görüşme meselesine bakmamız lazım.

Tatar’ın geçen hafta reddettiği bu öneriyi ilk Kıbrıs Postası duyurdu. Haberi Canan’la ben kotardık. Sonra da haberi yayımladığımızda kıyametlerin koptuğunu gördük! Üstelik sadece kuzeyde değil, güneyde de!

Sonrasında aynı soruyu görüşmemiz sırasında Maria Holguin’e ben de sordum. Holguin bana “açıkçası buna şaşırdım” diye cevap verdi.

Ardından bu ifadeleri onunla yaptığım röportajın metnine de koydum. Bu ifadeler de bayağı ses getirdi.

Sanırım Ersin Bey, ben ve benim gibi ‘düşman’ gördüklerinin Holguin ile bir araya gelip, görüşmesinden çok ciddi rahatsız olmuş durumdadır.

O yüzden de Holguin’in gidişi ve tüm ihalenin üstüne kalması sonrası dün yüce devletimizin resmi yayın organları TAK ve BRT’de birer adet olmak üzere, iki söyleşiyle olana bitene kendince yanıt vermiş.

Bir kere diyor ki “Holguin, yetkilerini aşarak, kontaklar kurdu. Muhalif gruplarla görüştü. Mesela Akıncı’yla iki kez görüştü, bu olacak iş mi?”

Sonra demiş ki “Bu hareketleri muhalif cepheleri kışkırtmak, beni yıpratmak amacıyla yaptı. Muhalif gruplarla birlikte hareket edip, bizi hedef tahtasına koydu.”

Ama en can alıcı cümleyi ise şurada kurmuş: “Türkiye’ye yüklenmiyorlar, Tatar kaçtı diyorlar. Tatar yalnız değildir. Ben bu siyasetin her aşamasını Türkiye ile değerlendiriyorum.” (Yenidüzen)

Şimdi tek tek gidelim. Bir kere, Holguin, ilk ziyaretine geldiğinde, sadece liderleri değil, toplumun değişik kesimlerini de dinleyeceğini söylemiş ve bunu da her 3 ziyaretinde yapmıştır.

Bunu yaparken de ilk ziyaretinde Cumhurbaşkanlığından görüşebileceği kurum ve kişilerin listesini de istemiş. Diplomatik bir şekilde yaptığı bu isteğe cevap verilmiş ve o da o liste de dahilindekilerle görüşmeye çalışmış.

Holguin görüşmemizde bana bu konudan bahsetti ve dedi ki “Tatar’ın verdiği listedeki kişilerle de görüştüm. Hatta futbol federasyonuyla bile. Buna rağmen bana ‘muhaliflerle görüşüyorsun’ diye sitemde bulundu!”

Pardon ama, kendisi federal çözüm isteyenleri ‘Rumcu hain’ nitelendirir diye, herkesin aynı davranmasını mı bekliyor?

Holguin ne yapacaktı? Sadece belirli kesimlerle mi görüşecekti?

Tabii ki öyle yapmadı, doğrusunu yaptı. Ama bence Tatar’ın en çok canını sıkan şeylerden bir tanesi, Holguin’in “toplumun genelinde bir ortak zemin var, liderler bu sese kulak vermeli” açıklaması oldu.

Çünkü bu şekilde, tek ses değil, tüm sesler duyuldu ki, yine Holguin’in KP’ye verdiği mülakatta vurguladığı gibi bu “demokrasinin özüdür.”

Ersin beyin muhalif dediği kesimlerse, çözüm isteyen kesimlerdir. Çünkü bu muhalif kesimler, kendisinin ve Türkiye’nin yeni siyasetine muhalif kesimlerdir. Tabii ki herkes fikrini söyleyecekti, başka ne yapacaktı?

Dolayısıyla bunlar da canını sıktı ve en sonunda baklayı ağzından çıkararak “Türkiye’ye değil bana yükleniyorlar” deyiverdi!

Yine heyecan yapıp, nevrini kaybettiği bir an yaşamış olsa gerek diye düşünüyorum.

Ancak, her ne kadar eleştirsem de bu son noktada onu haklı gördüğüm bir husus var.

Kıbrıs sorunuyla uzun yıllardır uğraşan ve yaşayan birisi olarak, merhum Rauf Denktaş’ın bir lafını çok doğru bulurum. O da “Türkiye istemedikten sonra, adada kuş bile uçamaz” lafıdır.

Dolayısıyla Tatar, üçlü görüşmeyi reddettiği gün kendi sosyal medya hesabımdan “Tatar görüşmeyi reddetti, ancak yanlış anlaşılmasın, onun bir şeyi ret ya da kabul yetkisi yok, esas reddeden Türkiye’dir” diye yazdım.

O yüzden bu açıklamasında ben ve benim gibileri kastetmediğini düşünüyorum.

Ancak KKTC devletinin yönetimine namzet muhalif ama çözümcü güçler, bu konuda Ersin beyin ifadeleriyle “Türkiye’ye yüklenmek yerine” ona yüklendiler.

Pazartesi günü yapılan meclis toplantısında kürsüye gelen her muhalif vekil, Tatar’a verip veriştirdi.

Gönül isterdi ki, gerçekler neyse onlar söylesin.

Bakınız bu konuda çok ilginçtir, İYİ Parti Uluslararası İlişkiler Sekreteri, Eski Büyükelçi ve eski milletvekili Ahmet Erozan “Miçotakis ile yaptığı görüşme sonrası basın toplantısındaki beyanları dikkate alınırsa, Erdoğan “iki devletli çözümün” bir çıkmaz sokak olduğunu nihayet anlamış gözüküyor. Artık yapılması gereken adadaki Türklere çözüm empoze etmek değil onlara daha fazla kulak vermek olmalıdır…”

Sayın Büyükelçinin bu ifadelerini gerçekten çok takdir ediyorum. Çok da önemli buluyorum.

Ama bir sorun var.

Sorun şu: Adadaki Kıbrıslı Türklerin ilerici güçleri, Erdoğan’la direk konuşmak (veya sesini duyurmak) yerine, Ersin beyi muhatap alıyor!

Ersin beyi muhatap alınca da ses-mes çıkmıyor!

“Aman ilahların canı sıkılmasın, aman Türkiye ile ters düşmeyelim, aman yarın öbür gün iktidar yolumuz kapanmasın” korkusu ve felsefesiyle hareket eden “muhalif” güçlerin bu durumu çok sıkıntılıdır.

Sıkıntılı olduğu kadar çelişkili ve samimiyet dışıdır da.

O yüzden, Ersin beyin bahse konu ifadeleri bence doğrudur.

Yapılması gerekense aslında basittir: Konfor alanlarını terk ederek ses çıkarmak ve siyasi bedeli her ne olursa olsun göze almak.

Yoksa yine hiçbir şey olmaz, sesimiz duyulmaz ve hiçlikte kaybolup gideriz.

Ha bu arkadaşların önceliği KKTC devleti ve onun idamesiyse, kendileri bilir.

Her süreç kendi kahramanlarını ya da sürükleyicilerini illa ki yaratır, yaratacaktır.

Bu yüzden de Holguin’in sivil toplumla temaslarının önemini şimdi çok daha iyi anlıyorum.

Bunu yaparak sadece liderleri zora sokmuş değildir. Zora soktuğu diğer kesimler yıllardır statükonun kuyruğunda takılı kalan ve adına ‘çözüm güçleri’ denen kesimlerdir de.

Yani? Yanisi şu: Ya hareket edeceksiniz ya da statükonun kuyruğuna bağlı kalacaksınız.

Bunun için gereken şey, cesaret, bedel ödemeyi kafaya takmama ve liderlik göstermektir.

Başka da bir şey değil…


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Kıbrıs Postası’nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.