Aziz Nesin hatırası…

Yayın Tarihi: 20/01/20 07:00
okuma süresi: 5 dak.

Elmalar pazar günleri daha tatlı oluyor değil mi?

Okumayı 5-6 yaşlarımda öğrendim, ilkokula başladığım ilk günlerdi. Babam öğretti. Şehrin her yerinde babamın oyunlarının oynandığı tiyatroların afişleri vardı. Oku bakalım diyerek bir afişin bir yazısını gösterirdi. İlk öğrendiğim kelimeler Aziz Nesin idi. Daha sonra şimdi pek anımsayamadığım tiyatro eserlerinin adları, galiba birinin adı ‘Bir Şey Yap Met’ idi.

Kendi başıma okuyabileceğimi anladığım gün, evin salonunda kendime kocaman yastıklı bir köşe seçtim. İlk kitabımı orada okudum. Bayağı bir mücadele etmiştim. Uzun Mehmet hakkında bir kitaptı, hani Zonguldak'ta ilk kömürü bulan genç. Kömürü bulana ödül verilecekmiş de, kocasız kalmış yoksul anasını mutlu etmek için kömür aramaya çıkmış da... Etkilenmiştim bayağı. Hâlâ unutmadım, beynime kazınmış.

Kitapta bölüm başlarının ilk harfi iki satırı birden kaplardı. Hep babama gidip bu kocaman harf sadece ilk satırı mı yoksa iki satırı birden mi kapsıyor diye sorardım. Hiç anneme sormazdım, çok tuhaf.

Salonun o köşesinde birkaç kitap daha okudum. Bir iki hafta sonra babamın devasa çalışma odasındaki şöminenin karşısını seçtim kendime. Babam fosur fosur sigara içerek daktilosunu öttürürken ben de ayaklarımı şöminenin üstüne dayar, çok rahat bir koltukta kitabımı okurdum. Pazar sabahları olurdu daha çok bu okuma faslı.

İşte o pazar sabahları bir de elma alırdım mutfaktan. Bir yandan elmamı dişler, bir yandan kitabımı okurdum. Önümde şöminenin ateşi, arkamda babamın daktilosu.

Ne mutlu zamanlardı onlar, ne güzel saatlerdi. O elma, ah o elma, o kadar tatlıydı ki... O daktilo sesi kulağımda müzikti... Şömine baldırımı yakardı bazen. O da güzeldi. Her şey güzeldi.

Bir ara kitaptan uzaklaşıp elmanın o muhteşem tadı üzerine düşünmeye başladım. Neden bu tat bu kadar güzeldi, bu nasıl olabiliyordu? Neden diğer günler bu kadar sert, bu kadar sulu ve bu kadar tatlı değildi... Anladım nedenini. Ama emin olmak için, belki de ilgisini çekmek için babamın yanı başına gidip,

-“Elmalar pazar günleri daha tatlı oluyor değil mi? ” diye sordum.

O bakışını şimdiye kadar unutmamışsam bundan sonra da unutmam. Daktilosundan başını kaldırıp gözlerime baktı. Eğlenmişti, hoşuna gitmişti belli ki ama şefkatle gülümsüyordu. Başımı okşadı.

- “Evet, dedi, pazar günleri elmalar bir başka olur. ”

Kendimden memnun bir biçimde şöminenin başına geçtim.

Yıllar sonra babama bu anımı anlattım. Hiç anımsamıyordu tabii.

- “Demek ki çok işim varmış ki, sana doğruyu anlatmamışım, dedi. ”

Bu son cevabın doğruluğundan emin değilim ama şu an 63 yaşımda babamı o yaşlarda bir çocuk gibi sevdiğimden eminim. Ne güzel bir insandı.

(Hayranlıkla takip ettiğim değerli eğitimci Ali Nesin’nin sosyal medya hesabından alıntıdır.)

——————————

Kısa kes

Dostum Alberto Manguel'in bir denemesinde rastladım: Pablo Neruda (ki Salah Birselce söylersek, kendisi bir şahkeldi), Cortazar okumamanın ağır ve görünmez bir hastalık türü olduğunu, zamanla korkunç sonuçlar doğuracağını yazmış: "Hiç şeftali yememiş bir adam gibi, usul usul gamlı bir insana dönüşür, gitgide solar benzi ve büyük bir olasılıkla, ufak ufak kelleşir." Doğru değil tabii bu: Cortazar okumadığı halde lepiska saçlarıyla dolaşan milyarlarca ademoğlu var yeryüzünde, oysa Pablo ve ben, Tahsin ve Samih ve Aydın, dımdızlak ve damdazlak kalmışız. Ama ne dediğini anlıyorum Neruda' nın: Bazı şeyleri yapmazsak kafamızın içi kel kalır, ki en kötü dökülme budur. Gene de, saçlarım olsun, kalsın isterdim!

Vitrinlerde şimşir taraklara bizim gözümüz takılır.

(Enis Batur Kelliğe Övgü)


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Kıbrıs Postası’nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Naci BAYRAMOĞLU yazıları