Stewart, Kıbrıs Postası’na konuştu: Çözümün önündeki en büyük engel her iki tarafın da kendi yankı odalarında yaşaması

Kıbrıs’taki 4 yıllık Barış Gücü Misyon Şefliği görevini tamamlayan Colin Stewart, Kıbrıs Postası’na özel yaptığı açıklamada, "Çözümün önündeki en büyük engel her iki tarafın da kendi yankı odalarında yaşamasıdır" dedi.

Kıbrıs Postası-Ulaş Barış
Kıbrıs’taki 4 yıllık Barış Gücü Misyon Şefliği görevini tamamlayan Colin Stewart, Kıbrıs Postası’na verdiği özel mülakatta, Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün en büyük sebebinin iki tarafın kendi yankı odalarında yaşayarak olayları kendi tarihsel mağdur retoriği üzerinden okumaları olduğunu söyledi. Kıbrıs’ta tarafların karşılıklı taviz vermek yerine, “karşı taraftan her şeyi alarak, hiçbir şeyi vermemek” tarzı bir katılıkla hareket ettiğini söyleyen Kanadalı diplomat, sürdürülen katı tutumun soruna daha büyük sorunlar kattığını belirtti.
Sön dönemde karşılıklı olarak mülkiyet ve casusluk davaları ekseninde yükselen tansiyon konusunda “çok endişeli” olduğunu ifade eden Stewart gidilen yolun doğru yol olmadığına dikkat çekerek, tarafları diyalog noktasına davet ettiğini vurguladı. Mülkiyet sorununun Kıbrıs sorunundaki en büyük başlıklardan biri olması sebebiyle yalnız başına ele alınmasının çok zor olduğunu ifade eden Stewart, uzmanlardan oluşan iki toplumlu bir teknik komitenin bu konuların konuşulabileceği bir diyalog alanı olabileceğini vurguladı.
Türkiye’nin ve garantörlerin Kıbrıs sorunu konusunda son dönemde oldukça yapıcı rol oynadığını belirten Stewart, Kıbrıs sorununda geçmiş yıllara göre gelinen nispeten olumlu noktanın en büyük sebebinin Türk-Yunan ilişkilerindeki olumlu hava ve İngiltere’nin olumlu katkısı olduğunu düşündüğünün altını çizdi. Türkiye’nin de çözüm konusunda yapıcı bir rol oynadığına inandığını söyleyen Stewart, adanın kuzeyinde yapılacak olan seçimlerin ardından kimin kazanacağından bağımsız sürecin hız kazanacağına inandığını belirtti.
4 yıl boyunca adada bir çok dostluklar edindiğini de söyleyen Colin Stewart, Kıbrıs halklarının hakkettiği başarı hikayesini yazmak için Kıbrıs sorununu ortadan kaldırması gerektiğini, bunun da en kabul edilebilir yolunun iki bölgeli, iki toplumlu, siyasi eşitliğe bağlı federal bir Kıbrıs olduğunu bir kez daha vurguladı.
İşte Colin Stewart mülakatının tam metni:
“HER İKİ TARAF DA MAĞDUR OLDUĞUNU ANLATIYOR, KENDİ RETORİKLERİNİ SÜRDÜRÜYORLAR”
Filelefteros’a verdiğiniz son mülakatta, Kıbrıs sorununun ‘çözülebilir’ olduğunu söylediniz. Ancak 1968-Beyrut’u başlangıç alırsak, 57 yıldır devam eden bir müzakere süreci ve çözümsüz bir sorun var. Çözüm için ne lazım? Kıbrıslı liderlerin pek niyeti yok gibi?
Tabii ki Birleşmiş Milletler, barışı koruma misyonuyla başlayarak, tampon bölgede işleri sakin tutarak bir çözümü mümkün kılacak koşullar yaratmak için her türlü çabayı gösteriyor. Aynı zamanda çok sayıda iki toplumlu faaliyet de yapıyoruz. İki taraftan insanları bir araya getiriyoruz. Güven inşa girişimleri ve teknik komiteler aracılığıyla güven tesis etmeye çalışıyoruz. Genel Sekreter ve kişisel özel temsilcinin liderlik ettiği bu çabanın önemli olduğunu düşünüyorum. Ama gördüğüm kadarıyla ciddi engellerle karşı karşıyayız ve bence her iki taraf da uzlaşmazlığa aşina. Bunu anlayınca kendi kendime sormaya başladım, “bu katı tutum neden var ve neden uzlaşmaya karşı böyle bir alerji var?” Şu sonuca vardım ki bunun sebebi her iki tarafın kendi yankı odasında yaşaması ve kendi tek taraflı tarih anlatımlarına sahip olması. Bunlar esasen kendilerini mağdur olarak zaten ikna ediyor ve “biz zarar gördük, diğer taraf bize korkunç şeyler yaptı” diyerek bu retoriklerini sürdürüyorlar. Bunların elbette bir doğruluk payı var, ancak mesele şu ki, her iki tarafta bildiğiniz gibi acı çekti. Eğer iki taraf, her iki tarafın da acı çektiğini kabul edecek bir noktaya gelebilirse ve meselenin kim haklı, kim haksız olduğu değil, sadece bunun farkına varılırsa, bence liderlerin daha esnek olabileceği bir alana geçebiliriz. Şu anda çok tereddütlüler ve esneklik göstermekte isteksizler. Müzakere sırasında, istediğimiz her şeyi kazanmalı ve hiçbir şeyden vazgeçmemeliyiz fikri var. Tabii ki bu çok saçma. Her iki tarafın da bir şeyler vermeye isteksiz olduğu ancak pozitif sonuçla biten müzakere diye bir şey dünya tarihinde yoktur. Ben şahsen, karşı tarafın yaşadığı deneyimleri dinlemek için uzlaşı alanında çok iş yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bunu da siyasi politika için değil, sadece diğer tarafın neler yaşadığını duymak ve ardından çözüm bulmaya daha açık olmak için istiyorum. Bunun Kıbrıs meselesindeki temel sorunlardan biri olarak görüyorum.
“TÜRKİYE İLE YUNANİSTAN İYİ DİYE, ŞU ANKİ DURUM DA GEÇMİŞE GÖRE İYİ”
Kıbrıs sorunu uluslararası bir sorun olarak kabul ediliyor. Bu çok taraflı durum bir yandan uluslararası toplumun itici güç olması anlamında avantaj gibi görülse de aslında işleri daha da komplike bir hale sokuyor. Öte yandan adanın garantörleri arasında son dönemde çok iyi ilişkiler var ancak bunun sorunun çözümüne pozitif bir katkı sağladığı söylenemez. Sizce 1960 garantörlük sistemi sorunun esas çözümsüzlük kaynağı olabilir mi?
Bence öyle değil. Siz de belirttiğiniz gibi, şu anda Yunanistan ile Türkiye arasındaki ilişkiler iyi ve Birleşik Krallık da yapıcı bir rol oynuyor. Bu nedenle, son zamanlarda gerçekleşen toplantılarda garantör güçlerin tamamının yapıcı roller üstlendiğini düşünüyorum. Şimdi gerçekçi olmamız gerekiyor: Hemen müzakerelere geçip Kıbrıs sorununu çözeceğimiz bir aşamada değiliz. Ancak ivme kazanmaktayız ve dediğiniz gibi, geçen yıl Ekim, Şubat, Temmuz’da bir dizi toplantı yapıldı; Eylül’de bir toplantı daha olacak ve seçimlerden sonra bir toplantı daha yapılması konusunda anlaşmaya varıldı. Bu yüzden garantör güçlerin olumlu bir etkisi olmadığını söylemek doğru değildir. Bu toplantılar, şu an mümkün olan koşullar dahilinde oldukça başarılı geçti ve tarihsel olarak da garantör güçlerin geçmiş müzakerelerde yapıcı roller üstlendiğini biliyorum. Dolayısıyla onları bir engel olarak görmüyorum. Elbette, Yunanistan ile Türkiye arasındaki ilişkiler bu kadar iyi olmasaydı, bu duruma ek bir komplikasyon katmanı eklerdi ancak aradaki güzel ilişki da şu anda geçtiğimiz yıllara kıyasla daha olumlu bir durumda olmamızın nedenlerinden birisidir.
“GENEL SEKRETER ÇÖZÜM OLABİLECEĞİNE İNANIYOR”
Genel Sekreter 2017 Ocak’ta göreve başladığından sadece 9 gün sonra Cenevre’de Kıbrıs sorunu ile buluştu. Ardından Crans Montana süreci ve hayal kırıklığı geldi. Buna rağmen çözüm çabalarından pes etmiş gibi görünmüyor. Bu bağlamda bu yıl iki kez zirve yapıldı, bir üçüncüsü de yolda. Bütün bunlar boşa çaba olmamalı. Dünyada çok fazla sorun varken, aslında şu an için kan akmayan bir sorundaki çözüm ısrarı ne anlama geliyor? Sizce Genel Sekreter bu sorunu kişiselleştirdi mi?
Hayır, yani Genel Sekreter’in kişisel katılımıyla Kıbrıslıların, Kıbrıs sorununu çözmelerine yardımcı olmak için hiçbir çabadan kaçınmayacağını gösterdiğini düşünüyorum. Son toplantılarda gördüğünüz gibi kendisi zaman ayırmaya hazır. Kendisi Birleşmiş Milletler’in Genel Sekreteridir. Sizin de belirttiğiniz gibi, önünde çok zor meseleler var ve bazı durumlarda BM’nin rol oynamasına izin verilmedi. Zamanını nasıl bölüştürdüğü bence bir sorun değildir. BMolumlu katkı yapabileceği herhangi bir konuda hazır durumdadır. Kendisi Kıbrıs sorununun çözülebilir olduğuna inanıyor ancak çözülüp çözülmeyeceğini kimse bilmiyor. Ama o, liderlere çözüm bulmaları konusunda elinden gelenin en iyisini yapmaya devam edecek. Ben bu istekli tavrına hiç şaşırmadım, burada doğal bir durum var. Ve evet, bence durumun kişisel bir boyutu da var çünkü öncelikle kendisi Avrupalı ve Genel Sekreter olmadan önce de Kıbrıs sorununu biliyordu. Dediğiniz gibi en başından beri içinde yer aldı ve 2017’de de çözüm çok yakındı. Böyle bir hayal kırıklığı yaşadığınızda, sonrası için eğer bir fırsat olursa, doğal olarak çözmek güzel olur diye düşünüyorsunuz. BM’nin kesinlikle bir başarı hikayesine ve Kıbrıs’ın da olumlu bir adım atmaya kesinlikle ihtiyacı vardır. Bu BM için çok olumlu olur. Güvenlik Konseyi’nde de aynı tutum vardır. Öte yandan aynı zamanda Kıbrıs’taki donmuş çatışmanın çözülüp gerçek bir çatışmaya dönüşmesini hiç kimse istemiyor. Bu herkesin isteyeceği son şeydir. Barışı koruma misyonu başkanı olarak görevim sırasında da belirttim ki, tampon bölgede işler böyle devam ederse, taraflar tampon bölgenin bütünlüğünü ve BM’nin otoritesini aşındırmayı durdurmazsa, bu sonunda sorunlara yol açacak. Bu yüzden statükoyu kesinlikle hafife almamalıyız. 51 yıldır barış var ama bence bu barış barışı koruma misyonunun çalışması sayesindedir tesadüfi değildir. Çünkü o barışı koruma misyonu her gün aktif, küçük sorunları çözüyor ve sorunların büyümesini engelliyor. Bunu hafife almamalıyız.
“BİR TARAFIN DİĞER TARAFA BİR ŞEY DAYATMASI KABUL EDİLEMEZ”
2021 Cenevre sonrası, Kıbrıs Türk tarafı ve Türkiye iki devletli çözüm modeline geçti. Ancak bu konuda hiçbir sonuç almış değiller. BM’nin çözüm çerçevesi ve kriterleri belli: Bi-comuunal bizonal federation. Ancak Türk tarafı masaya bunun dışında bir modelle geliyor, BM de buna izin veriyor. Türk tarafı bunu “BM artık bizi dinliyor” diye propaganda malzemesi haline getiriyor. Sizce BM’nin bu tavrı sakıncalı bir durum değil mi?
Hayır, hayır, katılmıyorum. Dediğiniz gibi, Güvenlik Konseyi Kıbrıs sorununun çözümü için parametreler benimsemiş ve Birleşmiş Milletler elbette bu kararlarla bağlıdır. Ancak pratikte, BM’de herkes Kıbrıs sorununa sürdürülebilir tek çözümün karşılıklı olarak kabul edilebilir, müzakere edilmiş bir çözüm olduğunu biliyor. Tarafların pozisyonları ne olursa olsun, “Bunu yapmalısınız” diyemeyiz. “Konuşmaya devam edin ve her iki tarafın da yaşayabileceği bir şey bulun” demek zorundayız. Bazı pozisyonlar diğer taraf tarafından kabul edilme olasılığı daha düşük olabilir. Sonuçta ortak bir zemin bulmak zorundasınız ama bu zaten temel arabuluculuk ilkesidir. Bir tarafın iradesini diğerine dayatmasını bekleyemezsiniz. Bu müzakere değil, savaş olur.
Ama yine de BM kriterleri bu konuda çok net: Federal çözüm. Ancak Türkiye, Kıbrıs konusunda adına yeni denilen eski söylem konusunda ısrar ediyor.Bu sıkıntılı değil mi?
Evet ama bizim rolümüz, tarafların ortak bir zemin bulmasını kolaylaştırmaya çalışmaktır. Olası ortak zemin dışında kalan fikirlerin başarılı olacağını düşünmüyorum. Geçmişte ortak zemin bulunmuş ve anlaşmaya çok yaklaşılmıştır. BM her zaman tarafların böyle bir ortak zemine gönüllü olarak ulaşmasını destekleyecektir ki taraflar bundan memnun olsun. Bir tarafa kabul etmediği bir şeyi dayatırsanız, bu uzun ömürlü olmaz, sürdürülebilir olmaz ve işlemez. Amaç tarafları karşılıklı olarak kabul edilebilir bir noktaya getirmektir. Böylece hiçbir taraf diğerinin pozisyonundan endişe etmez, çünkü sonunda bunun kabul edilebilir olması gerektiğini bilir. Dolayısıyla bir taraf ne kadar aşırı pozisyon alırsa alsın, diğer taraf buna asla katılmayacaktır çünkü ancak her iki tarafın da uzaklaşabileceği bir şeye varırlarsa anlaşma mümkün olur.
“HER KÜÇÜK ANLAŞMA, DAHA FAZLA ALAN, DAHA FAZLA İYİ NİYET VE İLERLEMEK İÇİN DAHA FAZLA İVME YARATIYOR”
Kıbrıs sorunu Crans Montana’da müzakere edilen ve neredeyse çözülme noktasına gelen bir süreçten, yeni sınır kapılarının açılması gibi son derece yüzeysel bir noktaya inmiş durumda. İşin kötü tarafı o kapılar da açılamıyor. Haliyle bu da özellikle çözüm çevrelerinde “kapı bile açamazken, çözüm nasıl olacak?” gibi bir hayal kırıklığı yaratıyor. Bu kötü görüntünün düzelmesi için ne yapılmalıdır? Bu yılın sonuna doğru düzenlenecek yeni konferans bu bağlamda ümit verici olabilir mi?
Bu yorum maalesef doğrudur. Ancak küçük konularda anlaşmaya varmadaki temel zorluklar, daha geniş Kıbrıs sorunu bağlamında karşılaştığımız zorluklarla aynıdır. Ve bu, bahsettiğim katı tutuma, “Biz haklıyız, onlar yanlış” düşüncesiyle hiçbir şeyden taviz verememe hissine dayanıyor. Küçük ya da büyük fark etmez, sorun aynıdır. Geçiş noktalarında katı tutum yüzünden sorunlar yaşanıyor. Kıbrıs sorununda da katı tutumlar nedeniyle sorunlar yaşanıyor. Yani evet, aralarında bir ilişki var. Güven inşa girişimleri üzerinde çalışmamızın sebebi Kıbrıs sorunundan sapmak değil, alternatif bir yol da değil; bu bir amaca giden yoldur. Küçük konularda anlaşmaya çalışarak ilerleyebiliriz. Mart ayında başlatılan altı maddelik güven yaratma girişiminden dördünde anlaşmaya varıldı. Her küçük anlaşma, daha fazla alan, daha fazla iyi niyet ve ilerlemek için daha fazla ivme yaratıyor. Ben bu süreci böyle görüyorum. Koşmak için önce yürümek gerekiyor. Şu anda pozisyonlar değişmedi, hâlâ çok uzaklar. Masaya gelip Kıbrıs sorununu tartışmaya başlamak için bir uzlaşı yoktur. Bu tür bir uzlaşıya ulaşmak için çalışmalıyız ve bunun yolu da güveni inşa girişimleridir. Bunlar güvensizliği tamamen çözmese de daha fazla ivme, daha fazla imkan ve biraz daha iyi niyet yaratıyorlar.
Sınır kapılarının açılmamasının önündeki esas engelin Türk ordusu olduğunu düşünüyor musunuz?
Biliyorsunuz o konuda birçok oyuncu vardır. Bence bu Türkiye ile olan ilişkisi ve Türk askerinin varlığı nedeniyle Kıbrıslı Türk tarafında daha karmaşık haldedir. Bu yüzden birçok oyuncunun uyum içinde olması gerekiyor. Bu komplikasyonlardan biri. Yine de durum kabul edilebilir mi? Evet. Kimlerin itirazı olduğu ya da olmadığı konusunda özel bir bilgim yoktur. Bazen farklı şeyler duyuyorsunuz ama nihayetinde, bu tür müzakerelerin yapılabilmesi için Kıbrıslı Türk tarafının herkesi aynı sayfaya getirmesi gerekiyor. Temmuz’da büyük bir adım attık. Kıbrıs Türk tarafı, Akıncılar bölgesinde bir çözüm bulunabileceği konusunda uzlaştı ve bu büyük bir ilerleme oldu. Ancak hâlâ ele alınması gereken karmaşık ve çözülmemiş bazı meseleler var. Bu biraz zaman alacak. O tarafta kimlere danışılması gerektiği ya da kimlerin onay vermesi gerektiği konusunda yorum yapamam.
“EN ÇOK DESTEKLENEN ÇÖZÜM MODELİ FEDERASYON”
Görünüşe göre Filelefteros röportajınız Ersin Tatar’ın çok canını sıkmış durumda. Sizin “iki devletli çözüm söz konusu değil” lafınıza çok bozulmuş, bu bağlamda sizin görev mandanızı aşmış olduğunuzu iddia ediyor. Hatta daha da ileri giderek sizin Pile-Arçoz yolu konusunda yaşanan açmazın baş sorumlusu olduğunuzu da iddia ediyor. Bunlara cevabınız nedir?
Bu hassasiyetine anlayış gösteriyorum. Bu sabah onunla görüştüğümde de aynı konuyu konuştuk ve bana görüşlerini iletti. Ben aslında bilinen pozisyonunu sorgulamayı amaçlamamıştım. Söylemek istediğim şey, size daha önce söylediğim gibi, karşılıklı kabul edilebilir bir çözüm bağlamında, bazı çözümlerin kesinlikle ortak zemin olarak kabul edilemeyecek olduğudur. Bu yüzden pratik olarak, iki taraf da üzerinde anlaşabilecekleri bir noktada buluşmak zorunda ve bu her iki taraftaki daha uç olasılıkları dışlıyor. Açıkçası, Kıbrıslı Rumlar bazen üniter devletten söz ediyorlar, ki bu Kıbrıslı Türkler için kesinlikle kabul edilemez. Eğer bir çözüm olacaksa, her iki tarafın da kabul edebileceği bir şey olmalı. Kamuoyu yoklamaları yapıyoruz ve son sonuçlar her iki tarafın da çözümün ne olabileceğine dair çeşitli fikirleri olduğunu gösteriyor. Her ne kadar herkes için ilk tercih olmasa da, hem Kuzeyde hem de Güneyde bir tür bir araya gelme ve iş birliği çoğunluk tarafından destekleniyor. Bence bu sonuç Türk okuyucularınız için önemlidir çünkü bazen aşırı sesleri daha yüksek duyuyoruz ama istatistiksel sonuçlar gösteriyor ki Kıbrıslı Rumların çoğunluğu da kabul edebilir, yaşayabilir bir çözüm istiyorlar. Belki bu onların ilk tercihleri değil ama kabul edebilirdir.
İki toplu, iki bölgeli siyasi eşitliğe dayanan federal çözüm (BBF) dışında hiçbir seçenek her iki taraf için kabul edilebilir değildir. Biz özellikle BBF konusunu sorduk ve bu sonucu aldık. Ancak BBF kavramı farklı insanlar için farklı anlamlar taşıyor olabilir. Öyleyse diyelim ki, ortada karşılıklı kabul edilebilir müzakere edilmiş bir sonuç her iki tarafın çoğunluğu için kabul edilebilir. Bence bu teşvik edicidir. Bu liderler için şu anda önemli bir mesaj olmalıdır.
Ancak maalesef Kıbrıs’ta gördüğümüz zorluklardan biri budur yani müzakereye girdiğimde her şeyi kazanmak ve hiçbir şey vermemek isteme fikri var. Böyle bir müzakerenin sonucu olamaz.
Pile konusunda gelince: Pile için haftalarca müzakere yaptık. Bazıları bu müzakerelerin tek taraflı olduğunu, sadece bir tarafın istediğini aldığı ve diğer tarafın hiçbir şey vermediği şeklinde lanse etti. Peki tüm bu haftalar boyunca ne tartıştığımızı düşünüyorsunuz? Eğer sadece tek taraflı olsaydı, ben hemen bir kâğıt imzalardım, ortaya koyardım değil mi? Ama hayır, müzakere ediyorduk ve her iki tarafın da çıkarı vardı. BM’nin de çıkarı vardı. Tampon bölge iki tarafın da kontrolünde değil, BM’nin kontrolündedir. Kıbrıslı Türkler oradaki plato üzerinden bir yol yapmak istediklerini söylediler. Ama bu istek sadece Kıbrıslı Rumları değil, BM’yi de ilgilendirdi çünkü oradaki statükoyu değiştirirdi ve tampon bölgenin bazı kısımlarının kimin kontrolünde olduğu sorusunu gündeme getirirdi. Biz Pile köyü örneğinde olduğu gibi, yol yapma olasılığını iki toplumlu bir şekilde tartışabiliriz dedik, böylece her iki taraf da fayda sağlardı çünkü plato herhangi bir tarafa ait değil, iki toplumlu bir alanın parçasıdır. Bu istikrarı korumak istiyorsak, o dengeyi korumalıyız. Bir tarafın tek başına bir şey yapmasına izin veremeyiz. İşte bu müzakerenin temeliydi. Şimdi bazıları bu temel müzakerenin olduğunu reddetmeye çalışıyor ama size tekrar soruyorum, tüm bu haftalar boyunca ne üzerinde müzakere ettiğimizi düşünüyorsunuz? Tek taraflı bir şey yoktur. Dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Ekim 2023’te kısa bir süre de olsa mutlu olmamızın sebebi, herkesin yaşayabileceği bir şey bulmamızdı. Ama sonra işler bozuldu ve aslında neyin kararlaştırıldığı konusunda çok fazla inkar vardır. Şu anda ileriye dönük bir çözüm göremiyorum. Elimden gelen her şeyi denedim. Kıbrıs’ı bu yarım kalmış Pile yolu durumuyla bırakacağım için çok üzgünüm ama önümüzdeki dönemde böyle kalacak çünkü temel olan fikri uygulamaya ya da kabul etmeye istek yoktur. Halbuki ana fikir çok basit: her şey kazan-kazan olmalı. Geçiş noktaları da kazan-kazan olmalı. Müzakere de bununla ilgilidir.
“KİM SEÇİLİRSE SEÇİLSİN SÜREÇ İVME KAZANACAKTIR”
Kıbrıs Türk tarafı Ekim ayında toplum liderliği seçimine gidecek. İki büyük aday var: Tatar ve Erhürman. BM kriterleri dışında bir çözümü destekleyen Tatar’ın kaybetmesi, Kıbrıs sorununun çözümü için yeni bir dinamiğe sebep olabilir mi? Çünkü Erhürman ve partisi CTP, federal çözüm destekçileri. Böylesi bir durum nasıl pozitif etki yaratabilir? Sizce CTP, Türkiye’yi yeniden federasyon görüşmek için ikna edebilir mi?
Bence her şey mümkün. Sadece diğer aday değil, Sayın Tatar yeniden seçilirse, bu onun için süreci yeniden değerlendirme ve nasıl ilerleyebileceğimizi görme konusunda da yeni bir fırsat sunar. Bu yüzden kuzeydeki seçimler çok önemlidir. Seçime kadar kimsenin cesur bir adım atmayacağını düşünüyorum. Burada kimse derken, elbette Sayın Tatar temkinli olacak ve Sayın Hristodulidis de temkinli davranacak. Ancak bence seçimlerden sonra yeni bir fırsatımız olacaktır. Kim kazanırsa kazansın, “Tamam, bu geride kaldı, süreci ilerletebilir miyiz?” diyebileceğimiz bir şans olacak. Bunun evrimin nasıl olacağına dair bir görüşüm yok. Türkiye’nin Kıbrıs sorunu konusunda yapıcı olmadığını düşünenlerden değilim. Evet, zor bir pozisyon var, bu iki devletli çözüm fikridir, ama temel olarak müzakere yoluyla bir çözüm bulunabileceğine inanıyorum. Kim kazanırsa kazansın bir çözüm olabilir. Seçim sonucuyla ilgili bir pozisyon almak bana düşmez ama kuzeyde kim lider olursa olsun çözüm bulma zorluklarıyla karşı karşıyadır ancak masaya gelip bazı tavizler vermeye hazır olmalıdır. Bu hem kuzeydeki lider için hem de güneydeki lider için de geçerlidir.
Çoğu çevreler Türkiye’nin Kıbrıs sorunu konusunda çözümün anahtarının elinde tuttuğunu söylüyor. Ancak bu çözüm anahtarı bir türlü gerektiği gibi kullanılamıyor ve kullanılmıyor. Bu bağlamda Kıbrıs’ta Kıbrıs sorunu dışında bir de Türkiye sorunu olduğunu söylemek doğru olur mu?
Şunu söyleyeyim, bu özellikle Kıbrıslı Rumlar için çok duygusal bir konu ve birçoğu bunu böyle görüyor. Ancak benim tecrübem ve tarihsel olarak BM’nin tecrübesi, Türkiye’nin yapıcı bir rol oynamaya istekli olduğu yönündedir. Türkiye çözümü engellemiyor ya da en azından çözüm kapısını kapatmış değil. Bu bana müzakere edilmiş bir çözüme yönelik çok net ifade edildi. Ancak, Cranz Montana’dan bu yana çok şüpheci olduklarını da biliyoruz. Hem Türkiye hem Kıbrıslı Türkler, hatta Kıbrıslı Rumlar, Cranz Montana’nın sonucundan çok hayal kırıklığına uğradılar. Sonrasında Türkiye’nin resmi pozisyonu – ki bu aynı zamanda Kıbrıslı Türklerin pozisyonudur – şöyle: Böyle bir hayal kırıklığından sonra masaya nasıl döneriz, nasıl güven duyarız? Bu bakışı anlıyorum, ama bu bence kapalı kapı politikası değildir. Daha çok, müzakere edilmiş bir çözüme doğru ilerlemeden önce ele alınması gereken endişeleri var. Bunu bir engel olarak değil, bir zorluk ve gerçek endişeler olarak görüyorum ve her iki tarafın da ele alınması gereken endişeleri vardır. Kıbrıslı Rumlar açısından elbette ana endişesi iki devletli çözüme izin verilmesidir çünkü onlar sadece yeniden birleşme konuşulabilirler. Bu yüzden ilerlemek için, daha önce söylediğim gibi, tarafların her ikisinin de kabul edebileceği bir noktaya gelebilmelerine yardımcı olup olamayacağımızı görmek gerekiyor.
“AB, GERÇEK ANLAMDA ÇÖZÜM NOKTASINA VARACAK OLURSAK DEVREYE GİRECEKTİR ÇÜNKÜ MÜKTESEBAT VAR”
Kıbrıs sorununun çözümü için en önemli katalizörlerden bir tanesi de AB olarak görülüyor. Ancak özellikle Türk tarafı AB’nin yanlı olduğunu söyleyerek bunu reddediyorlar. AB uzun yıllar sonra yeni bir özel temsilci atayarak soruna olan ilgisini gösterdi. Sizce AB ne kadar yardımcı olabilir? Türkiye-AB ilişkileri bu konuda esas gösterge olabilir mi?
Tabii ki Türkiye ile AB’nin ortak çıkarları vardır. Kendi aralarında meseleleri her zaman vardı ve her zaman da olacak. Ancak Türkiye ve Kıbrıslı Türkler, AB’yi Kıbrıs sorunu konusunda ‘tarafsız’ olarak düşünemiyorlar çünkü Kıbrıs ve Yunanistan, AB üyesiyken, Türkiye ve Kıbrıslı Türkler AB dışındadır. Bunu anlayabiliyorum. Burada bir dengesizlik var. Ama bir noktada Kıbrıs sorunu çözüm noktasına ulaşırsa, o konuları konuşmaya başlarsak, aynen 2017 Crans Montana’da olduğu gibi, elbette AB bu konunun bir tarafı olur. Çünkü kurulacak olan birleşik devlet, AB üyesi olacak. Bunun nasıl olacağına dair bir sürü mesele var, bunların tartışılması, çözülmesi gerekir. AB müktesebatına uyum önemli olacaktır. Tabii o noktalara varabilecek miyiz bilmiyorum ama eğer olursa AB kesinlikle müdahil olmalıdır. Dediğim gibi, 2017’de AB’nin bir rolü olduğunu, olacağını yaşayarak gördük. Ama şu anda bu olmaz çünkü Kıbrıs sorununun o safhalarında değiliz. Kıbrıslı Türkler ve Türkiye de bunu zaten kabul etmiyor.
“MÜLKİYET VE CASUSLUK DAVALARINDA ÇOK ENDİŞE EDİYORUM, DİYALOG ŞART”
Son 1 yıldır Güney’de tutuklanan Simon Aykut olayı üzerinden mülkiyeti tartışıyoruz ve işler gittik sonra sarpa sapıyor. Kıbrıs Türk tarafı da 5 Kıbrıslı Rum’u casusluk iddiasıyla tutuklayarak buna karşılık vermiş gibi görülüyor. Bu türden olayların çözüm sürecine olan zararı hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu olayların daha da büyük gerginlik yaratma ihtimalini nasıl görüyorsunuz?
Çok endişeliyim. Mülkiyet davaları meselesi yüzünden tansiyonun çok arttığını düşünüyorum ve şu anda gidilen yönün çok endişe vericidir. Bunun iyi sonuçları olacağını düşünmüyorum. İki taraf da attıkları adım konusunda ısrarcı bir tutum sergiliyorlar ve bu da gerginliği artırmaya devam ediyor. Doğrusu bu işin nasıl çözüleceğini bilemiyorum. Çok zor bir konu. Aslında bu konu basit bir mesele değil, mülkiyet, Kıbrıs sorununun en önemli başlılarından bir tanesidir. Şimdi yaşanan bu gelişmeler aslında bize Kıbrıs sorununun normal yollardan çözülmediği takdirde nasıl başka sorunlar yaratacağını hatırlatmaktadır. Belki de aslında mülkiyet sorununu çözmenin en iyi yolu, Kıbrıs sorununu kökten çözmekten geçmektedir. Belki buna alternatif olarak, iki toplumlu bir uzmanlar komitesi kurmak olabilir. Böylece soruna iki perspektiften de bakma yolu bulunur. Tabii mülkiyet büyük bir başlık olduğu için onu diğer başlıklardan ayırmak zor olabilir. Ama gidilen yol beni çok endişelendiriyor. Unutmayalım, dünyadaki her sorun diyalogla çözülür, hiçbir sorun eğer askeri bir zafer yoksa kendiliğinden çözülmez. Bu da savaş demektir. Şu anda bu konuda eksik olan şey diyalogdur. Halbuki her iki taraf da masaya oturarak “Peki, bu senin pozisyonun, öteki de benim pozisyonum, şimdi bunu çözmek için ne yapabilir onu konuşalım” demeli.
Bu gerginlik yüzünden Güney kamuoyunda Hristodulidis’e yönelik “sınır kapılarını kapatalım” sesleri yükseliyor. Buna yorumunuz nedir? Geçtiğimiz gün Rum liderle bu konuyu görüştünüz, bu sabah da Tatar’la bir araya geldiniz. İki taraf bir birine mesaj iletti mi?
Kapıların kapatılmasını kesinlikle desteklemiyorum. Böyle aşırı bir önlemin değil alınmasını, konuşulmasını bile sakıncalı buluyorum. Bu duruma hiç yardımcı olmaz. Bu yanlış yöne gitmektir. Bunun yerine daha çok iş birliği, daha çok ticaret, daha çok geçiş gibi şeyler istiyorum. Kıbrıslı Rumların, kuzeyde kalan mallarının Kıbrıslı Türkler tarafından kullanılmasını anlayışla karşılamalarını beklemiyorum. Çünkü kuzeyde kalan malların büyük kısmı onlara ait. Ancak Kıbrıslı Türklerin de durumu zor. Ne yapacaklardı? Kıbrıs Türk ekonomisinin gelişmesi büyümesi için nereye gideceklerdi? Hangi toprağı kullanacaklardı? Herkesin bakış açılarını anlıyorum ama şu an tutulan yol bunun çözümü değildir. Bunun çözümü için diyalog gerekir.
“51 YILDIR ÇATIŞMA OLMAMASININ SEBEBİ BM BARIŞ GÜCÜ’NÜN VARLIĞIDIR”
Son raporunuzda “BM ara bölgede olmasa büyük gerginlikler çıkar” ifadesini kullandınız. Tam da “BM adadan gitsin” yönündeki retorik özellikle de Türk tarafı tarafından yükseltilirken ve mülkiyet davaları meselesi bağlamında gerginlik gittikçe artarken, bu türden çağrıları ne kadar tehlikeli buluyorsunuz?
Son dönemde böyle çağrıları pek gördüğümü söyleyemem. Seslerin yükseldiği konusunda sizinle hemfikir değilim. Ama BM’nin buradaki varlığını küçümseyenlere katılmıyorum. Adada 51 yıldır ateşkes var, çatışma yaşanmadı. Bu noktada BM’ye ihtiyacınız tabii ki vardır çünkü BM sayesinde 51 yıldır çatışma yaşanmıyor. Eğer yarın sabah BM’yı ara bölgeden çekerseniz, ben eminim çatışma çıkar. Hem de bu çatışma iki taraf da çatışma istemediğini açıkça söylemesine rağmen çıkar. Kesinlikle eminin, ikna olmuş vaziyetteyim, iki taraf da çatışma ve şiddet istemiyor. Ama iki taraf arasındaki güvensizlik ortamı çok yüksek olduğundan dolayı, bir taraf diğer tarafın saldıracağını varsayarak korkacak, ara bölgede avantaj sağlamaya çalışacaktır. Dolayısıyla “BM adada kalsın mı?” sorusunu sormak bile çok yanlış olur. Barış Gücü’nün görevi adada güveni sağlamak, çatışmayı önlemektir, Kıbrıs sorununu çözmek değil. Ve bunu da 61 yıldır çok iyi bir şekilde başarmıştır. Geçenlerde New York’tayken, bir diplomat arkadaşım çok güzel bir anekdot anlattı. Eğer kalbinizde bir sorun varsa, kardiyoloğa gidersiniz. O da size bakıp “senin kalp piline ihtiyacın var” deyip, size kalp pili takarsa, 5 yıl sonra kontrole gittiğinizde size “okey, her şey tamam, kalp pilinizi söküyoruz” demez. Onun orada olmasının bir sebebi vardır ve sizi hayatta tutan odur. Barış Gücü de burada kalp pili görevi görmektedir. Son dönemde dediğim gibi bu çağrıları pek duymadım. BM Güvenlik Konseyi’nin herhangi bir üyesinin de bu konuda böyle bir niyette olduğunu sanmıyorum. Yine de bu gibi fikirleri ortaya atanlar varsa bence gerçeklikten uzak konuşmaktadır.
BM’nin en uzun misyonu olması sebebiyle, “BM adadaki statükonun kendisidir” konuşmaları yapılıyor anlamında sorumuştum.
Doğrudur, bu ifadenin içinde gerçeklikler vardır. Bu eleştiriyi kabul ediyorum. Ama bunun alternatifi nedir? Bu işten yorulduğumuz için savaş çıkmasına izin mi verelim? Tabii ki hayır. Barış Gücü işini yapmaktadır ve bunu başarılı bir şekilde yapmaktadır. Bize ihtiyaç olduğu sürece de yapmaya devam edeceğiz. Ama 61 yıldır bu işi yapmamız üzücüdür. Geçen yıl düzenlediğimiz 60.yıl resepsiyonunda tekrar tekrar “bu bir kutlama değildir” ifadesini kullandım. 60 yıldır Kıbrıs’tayız diye mutlu olamayız, değiliz. Bu süre adadaki herkesin “biz niye bu kadar süredir çözüm bulamadık” demesi için bir hatırlatma olmalıdır. Bunun düşünüp çözüm yönündeki çabalarımızı iki katına çıkarmak zorundayız. Bizim niyetimiz sonsuza kadar burada kalıp, durumu korumak değildir. Bizim niyetimiz liderleri çözüm için ikna etmek ve adadaki sorunu çözüme ulaştırmaktır. Bunun için ara bölgedeki Barış Gücü’nden çok liderlerin karşılıklı esneklik gösterip, taviz vermeleri gerekmektedir.
“KIBRIS’TAN ÇOK POZİTİF DUYGULARLA AYRILIYORUM”
Kıbrıs’ta 4 yılınızı geçirdiniz. Nasıl duygularla ayrılıyorsunuz? Çılgın liderler, sıcak hava, cana yakın insanlar, neler düşünüyorsunuz? Kıbrıslı Türkler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kıbrıs’ı çok güzel, çok pozitif duygularla terk ediyorum. Çok zengin, muhteşem bir tecrübe oldu. Sıradan insanlarla karışmaktan son derece keyif aldım. İki tarafın yetkilileriyle temaslarım her zaman güzel ve olumlu değildi ama benimle aynı fikirde olmayanlarla bile çok güzel arkadaşlıklar, muhabbetler kurdum. Mesela Tahsin Ertuğruloğlu gibi arkadaşlarım oldu. Onunla hemen hemen hiçbir konuda anlaşmama rağmen hatta birbirimize sinirlenmemize rağmen ahbap olduk. Geçe hafta bile yemeğe çıktık. Burada kalmaya devam etsem yine çıkardım. Bence o çok iyi bir adam ve ben de iyi birisi olduğuma inanıyorum. Ersin Tatar ve Nikos Hristodulidis de iyi insanlar. Diğer birçok yetkiliyle de çalışmak benim için bir zevkti. Ama Kıbrıslılar için üzgünüm. Çünkü soruna bir çözüm bulamadık. Yakın gelecekte bulacağımıza dair pek bir ümit de yok. Bence hem Kıbrıslı Rumlar hem de Kıbrıslı Türkler için Kıbrıs sorununu ortadan kaldırmak muhteşem bir hareket olacak. Böylece hakkettikleri gerçek yaşama sahip olacaklarını düşünüyorum. Buraya çözüm yönünde büyük ümitler besleyerek gelmemiştim dolayısıyla çok yıkılmış bir şekilde ayrılmıyorum. Durum neyse odur. Kıbrıs’taki zamanlarımı büyük bir mutlulukla hatırlayacağım.
Kıbrıslı Türkleri nasıl hatırlayacaksınız?
Kıbrıslı Türkleri de çok iyi hatırlayacağım. Çözüm için canını dişine takan, uğraşan birçok kişiyle tanıştım, onlardan çok etkilendim. Hemen her hafta sonu “hainler kulübü” diye anılan grubumla Büyük Han’da bulutum, sohbet ettim. Bu insanların çözüm yönünde güçlü bir duruşları vardır. Bu insanlar Berlin Duvarını paramparça edenler insanlar gibi yıkıp, beraber yaşamak istiyorlar. Onlar benim için çok ilham verici insanlardır. Ha bir de bitmeyen yemek yeme meselesi. Katıldığım yemeklerdeki inanılmaz fazla yemekler! Onlar yüzünden kilo aldım! Sadece Kıbrıslı Türkleri değil, Rumları da iyi hatırlayacağım. Onlara karşı da duygularım aynı. Şimdi size bu söylediklerimi yayımlayacaksınız, sonra da Rum basını çevirip yayımlayacak biliyorum ama onlar gerçekten bilsinler ki adanın her iki tarafında bir birlerini çok seven insanlar var. Bu her iki toplumun da ortak bir özelliği. Her iki tarafta da çözüm, barış isteyen kitleler var. Adanın her konuda başarılı olmasını istiyorlar. Bence fikirlerinin ne olduğundan bağımsız, hemen hemen herkes başarı ve mutluluk istiyor. Benim gibi bir görevde olduğunuz zaman bu fikirlerden ilham alıyorsunuz. Bu akademik bir şey değil, gerçek insan hayatlarıyla ilgili bir şey.
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.