Güney Kıbrıs’ın NATO’ya üyelik talebi

Yayın Tarihi: 03/12/24 07:00
okuma süresi: 8 dak.

Geçen hafta Güney Kıbrıs’ın NATO üyeliği için başvuru hazırlıkları bölgenin en önemli gündem maddelerinden biri haline geldi. Bu gelişme yalnızca bölgesel güvenlik ve diplomasi açısından değil, Kıbrıs meselesinde iki devletli çözüm tezinin uluslararası alanda kabul görmesi için de bir dönüm noktası olabilir. Ancak bu tarihi fırsatın değerlendirilmesi, Türkiye’nin diplomasi sahnesinde stratejik bir derinlik ve kararlılık göstermesine bağlı.

Jeopolitik Konjonktür: Türkiye'nin Elini Güçlendiren Unsurlar

Son dönemde Türkiye’nin dış politikadaki esnek ve yapıcı tutumu, bölgesel ilişkilerde olumlu yansımalar buldu. Örneğin, Yunanistan ile son yıllarda inişli çıkışlı seyreden ilişkiler, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın izlediği "olumlu gündem" arayışıyla iyi veya kötü yumuşama dönemine girmiştir. Erdoğan, birkaç kez ve son olarak Avrupa Siyasi Topluluğu’nun Budapeşte Zirvesi’nde Rum Lideri Nikos Hristodulidis ile gayriresmî olarak bir araya gelmişti. Bu görüşmelerde, mevcut gelişmelerin altyapısının hazırlandığı ve bazı mutabakat zeminlerinin oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, Atina ve Güney Lefkoşa'da Türkiye ile doğrudan müzakere edilmesi gerektiğine inanan bir kesimin varlığı, bu diplomatik kanalların işlerliğini artırma potansiyeline sahiptir.

Benzer gelişmeler, geçmişte Ermenistan ile de yaşanmıştır. Erivan yönetimi, Nikol Paşinyan döneminde Azerbaycan’ın yanı sıra devlet katında Türkiye ile de ilişkileri normalleştirme yoluna gitmiştir. Benzer bir adım neden Hristodulidis döneminde Kıbrıs meselesi için atılmasın? Üstelik bölgede artan tansiyon doğrultusunda barış ve istikrar getirecek adımları arzulayan Yunanistan ve kısmen Güney Kıbrıs’ta milli menfaatlerini gerçekçi bir şekilde gözeten siyasetçilerin iki devletli modeli ve NATO üyeliğini kulislerde gündeme getirdiği belirtilmektedir. 

Bu bağlamda, son dönemde Yunanistan’ın Güney Kıbrıs’a bakışında dikkat çekici bir değişim yaşandığını da ifade etmek gerekir. Geçtiğimiz haftalarda Yunan İstihbarat Ajansı, Kıbrıs Barış Harekâtı’na ilişkin arşiv belgelerini paylaşarak Türkiye ve KKTC lehine bir adım atmıştır. Atina’nın bu hamlesi, Kıbrıs sorununun temelinde yatan Yunanistan destekli Kıbrıs Askeri Darbesi’nin, Yunan devletinden ziyade karanlık bir askeri diktatörlüğün ürünü olduğunu vurgulayarak Kıbrıs konusunda bir zihniyet değişikliğine işaret etmektedir. Bu hamleyle Yunanistan, 1979’da Atina Yüksek Mahkemesi’nin verdiği kararı siyaseten de destekleyerek Barış Harekâtı’nı dolaylı olarak meşrulaştırma yönünde bir adım atmıştır. Bu durum, ABD'nin ve Fransa'nın nüfuzunun ciddi derecede arttığı Atina’daki siyasi kapışmalarda belirgin şekilde ön plana çıkan anti-emperyal kesimin Türkiye ile uzlaşma çabalarını açıkça ortaya koymaktadır. Böyle bir ortamda Türkiye’nin NATO kozunu kullanarak KKTC lehine girişimde bulunması makul bir diplomatik hamle olacaktır.

Güney Kıbrıs’ın NATO Üyeliği: Şartlı Kabul Stratejisi

Zira Güney Kıbrıs’ın NATO üyeliği, Türkiye’nin veto yetkisi nedeniyle Ankara’nın çıkarlarına uygun şartlarına bağlıdır. Dolayısıyla, Türk Hükümetinin bu süreçte belirli stratejik hedefleri ön plana çıkarması önemlidir:

1. İki Devletli Çözüm Modelinin veya Egemen Eşitliğin Tanınması: KKTC’nin bağımsız bir devlet olarak uluslararası alanda kabul edilmesi, Güney Kıbrıs’ın NATO üyeliği karşılığında Türkiye’nin yegâne ön koşulu olmalıdır.

2. Garanti ve İttifak Anlaşmalarının Korunması: NATO üyeliği durumunda, mevcut garanti sistemi ve Türkiye’nin adadaki etkin varlığı korunmalıdır. Aksi takdirde, bu durum KKTC ve dolaylı olarak Türkiye için bir güvenlik tehdidi oluşturabilir.

Yazılanlara elbette temkinli yaklaşanlar olabilir. Fakat bu minvalde unutulmamalıdır ki Güney Kıbrıs zaten bugün Batılı güçlerin askeri üssü haline gelmiştir. Dolayısıyla Güney Lefkoşa’nın NATO’ya olası üyeliği, askeri açıdan Türkiye için bir şey değiştirmeyecektir. Ancak burada sunulan fırsat, Kıbrıs Türklerini prangalarından kurtararak Türkiye’ye bölgede daha fazla esneklik kazandıracaktır.

Türk Devletleri Teşkilatı’nın Rolü ve KKTCnin Tanınma Sürecine Katkısı

Bu olgular ışığında Türk Devletleri Teşkilatı’nın (TDT) rolü de önemlidir. Geçtiğimiz yıllarda jeopolitik önemini artıran, bölgesel istikrar  ve Batı’nın enerji güvenliği konularında stratejik bir aktör haline gelen TDT, Türkiye’nin şartlı kabulünde dolaylı olarak önemli bir rol üstlenebilir. Zira teşkilata üye ülkeler, coğrafi konumları ve enerji kaynakları nedeniyle Rusya-Ukrayna Savaşı sonrasında Batı için daha kritik bir hale gelmiştir. Bu bağlamda, Avrupa Birliği üyesi Macaristan’ın da TDT’ye üye olması, teşkilatın uluslararası arenadaki etkisini daha da güçlendirmektedir. Ancak bu artan jeopolitik etkinlik, Batı’nın dikkatini çekmiş ve TDT zaman zaman Batı’dan tepkiler almıştır. 

Bu süreçte, KKTC’nin Türk Devletleri Teşkilatı’na gözlemci olarak dahil edilmesi ve giderek bu yapıya entegre edilmesi, KKTC’nin uluslararası alandaki görünürlüğünü artıran önemli bir adımdır. Teşkilata üye bazı ülkelerin KKTC ile diplomasi trafiğini artırması, gerek yerinde gerekse dış temsilciliklerde daha geniş temaslar kurması, KKTC gerçeğinin uluslararası toplum tarafından sessizce kabul görmeye başladığını göstermektedir. Batı, bu gerçeği daha fazla görmezden gelemeyecektir.

Bu durum, Türkiye’nin NATO nezdinde Güney Kıbrıs’ın üyelik başvurusuna karşılık iki devletli çözüm talebini güçlendirecek bir argüman olarak kullanılabilir. Lakin Türk Devletleri Teşkilatı’nın jeopolitik ağırlığı, Türkiye’nin Kıbrıs konusunda ısrarla vurguladığı iki devletli çözüm modelinin gerçekliğini ve uygulanabilirliğini uluslararası alanda daha inandırıcı hale getirmektedir. Batı’nın enerji güvenliği ve bölgesel denge açısından TDT’ye olan bağımlılığı, Türkiye’nin sözlerini ve taleplerini daha ciddi bir biçimde dikkate almasını gerektirecektir. KKTC’nin TDT çatısı altındaki varlığı yalnızca sembolik değil, aynı zamanda stratejik bir önem taşımaktadır.

Sonuç

Güney Kıbrıs’ın NATO üyelik başvurusu, Türkiye’nin iki devletli çözüm tezini hayata geçirmek için eşsiz bir fırsat sunmaktadır. Türkiye, veto yetkisini bir araç olarak kullanmalı ve bu süreçte KKTC’nin uluslararası alanda tanınmasını bir ön koşul olarak öne sürmelidir. Atina ve Lefkoşa’da oluşan olumlu atmosfer ve Hristodulidis’in pragmatik yönetimi, Türkiye’nin bu talebini hayata geçirmesi için bir zemin hazırlamaktadır. Jeopolitik dengelerin Türkiye lehine olduğu bu dönemde stratejik bir diplomasi yürütmek, yalnızca Kıbrıs meselesinde değil, bölgesel dengelerde de Türkiye’yi daha güçlü bir konuma taşıyacaktır.

Bu haftaki yazımı tamamlamadan önce, siz değerli okurlarımın affına sığınarak bir gelişmeyi paylaşmak isterim: Son köşe yazım, Amiral Cihat Yaycı’nın başkanlığındaki TÜRK DEGS platformunda yayımlandığı için Pandora’da yer almamıştır. Bu vesileyle, Türkçe ve İngilizce olarak tüm platformlarda yayımlanan yazılarımı takip edebileceğiniz kişisel web siteme aşağıdaki bağlantıdan göz atabileceğinizi hatırlatmak isterim:

kaancenkadasoy.com

*****

Yurtta sulh, cihanda sulh.

Mustafa Kemal Atatürk


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Kıbrıs Postası’nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Kaan Cenk ADASOY yazıları