BM niye açıklama yapmıyor?
Günler, aylar, hatta yıllar geçti ama Kıbrıs müzakerelerinin yeniden başlaması için atanması düşünülen özel temsilci, temsilci ya da kişisel temsilci göreve atanmadı.
Kimin tarafından? BM Genel Sekreteri Antonio Guterres tarafından.
Peki neden yıllar diye yazdım?
Çünkü aslında bu konu, 2021 Eylül’ünde New York’ta bir araya gelen Ersin Tatar-Nikos Anastasiadis arasında anlaşılmış ancak bu uzlaşı Türkiye tarafından kabul edilmediği için açıklanamamıştı. Guterres’i engelleyen kişinin ise zamanın Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu olduğunu o zamanki iddialardan hatırlıyoruz.
Aradan geçen zamanda temsilci konusu hep gündemde kaldı ama ilerleme sağlanamadı. En son, bu yılın ortalarından sonra konu BM’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi olan Colin Stewart’ın da yoğun diplomasisi sonrası canlandıktan sonra, önce Taksim sahası, ardından da Pile yolu kavgası sonrası bir ‘gereklilik’ halini aldı. Nitekim geçtiğimiz Eylül’de yapılacak BM toplantıları sonrası bir temsilcinin atanacağına neredeyse kesin gözüyle bakılıyordu.
Ancak New York’ta işler istenildiği gibi gitmedi. Önce özellikle de temsilci konusunda kritik diye nitelendirilen ve neden iptal edildiği hala daha bir muamma olarak kalan Erdoğan-Guterres görüşmesi yapılamadı, sonra az da olsa olması ihtimali bulunan Tatar-Hristodulidis-Guterres üçlüsü güme gitti.
Ama dahası vardı.
Öyle ki New York sonrası ortaya atılan iddialarda, temsilci atanmasını Tatar’ın engellediği söylendi. Türkiye’nin ise (Fidan-Guterres görüşmesi) temsilciye evet dediği. Türk tarafı bu iddiaları ne yalanladı ne de doğruladı.
Aradan yine haftalar geçti. Arada Rum basınında iddia üstüne iddia ortaya atıldı. Temsilci ismi ise hala daha ortada yoktu.
Sonra birileri Norveçli diplomat Mona Jull iddiasını ortaya attı. Jull, İsrail-Filistin arasında 1993’de imza edilen Oslo Accords’un mimarlarından birisiydi. Olmadı.
Ardından BM’nin üst düzey diplomatları adaya geldi, gitti, geldi ve gitti.
Sonra başka birileri bu kez de Avustralya Eski Dişişleri Bakanı Julie Bishop’un ismini söyledi.
Ertesi gün Rum basını Tatar’ın, Bishop’u istemediğini yazdı. İddia ne reddedildi, ne de doğrulandı.
Bu arada Rum lider Nikos Hristodulidis, Genel Sekreterin kendisine önerdiği ismi, yani Bishop’u kabul ettiğini duyurdu. Ama Türk tarafından hala ses yoktu.
Haftalar geçti.
En sonunda bu aybaşı BM Genel Sekreteri’nin Barış Operasyonlarından Sorumlu Yardımcısı Jean-Pierre Lacroix adaya geldi, liderlerle görüştü ve Tatar, ilk kez temsilciye onay vererek “Tarafsız ve 6 ay süreli” bir ‘kişisel temsilci’ istediğini açıkladı. Üstelik bu temsilcinin sadece tarafların isteklerini birbirlerine iletecek bir nevi ‘postacı’ olmasını da söyledi. Yani BM’ye açıkça şart koştu. Hala daha Bishop konusunda neden ret oyu verdiğini ise açıklamamıştı.
Nihayet Filelefteros yazarlarından Andreas Bimbişis, Tatar’ın Bishop’u, güya Türkiye’nin de haberi olmadan, Avustralya, Commonwealth üyesi bir ülke olduğundan dolayı istemediğini, çünkü Kıbrıs Cumhuriyetinin de oraya üye olduğunu, dolayısıyla taraflı olduğunu yazdı. Meğer Avustralya, taraflısı olduğu için Kıbrıs Cumhuriyetini tutacakmış, bizi de Rumlara yama yapacakmış. Allah’tan Tatar dik durarak felaketi önledi.
Son 3-4 gündür bu güya bizi sevmeyen, Rumcu Commonwealth’in Başkenti Londra’da yani ikinci vatanı İngiltere’de bulunan Tatar’ın bir başka Commonwealth üyesi ülkenin vatandaşı olan Kanadalı Colin Stewart’a ses çıkarmamasını biz ateistler bile açıklayamayız. Zira bir keresinde rahmetli Kraliçe Elizabeth’e bir mektup yazan Tatar, KKTC’nin de yerinin Commonwealth olduğunu ifade etmişti. Rahmetli mektubu aldı mı bilinmez ama o konu da herhangi bir gelişme yok.
Şaka bir yana Bimbişis’in dünkü yazısında iddia ettiği şey, tüm bu olaylarda çözümsüzlük isteyen yegane tarafın Kıbrıslı Türk tarafı, yani Tatar olduğunu ve BM’nin ise buna izin vererek aslında Türkiye’yi akladığını yönündedir. Eğer böyleyse, o zaman Türkiye, Tatar’ı gözden çıkardı demektir. Kanal T’nin satılması meselesi de bir nevi tazminattır. Yani 2025’te KKTC Cumhurbaşkanı başka birisi olacaktır.
Eğer değilse, o zaman Türkiye ile Tatar, iyi polis-kötü polis rolünü oynamakta, bununla birlikte zaman kazanmaya çalışmaktadır. Hele de arada patlayan Filistin sorununda rol belirleyici olmaya çalışan Türkiye için Kıbrıs sorunu da bölgesel sorunun bir parçası ve koz olduğundan oldukça kullanışlıdır. Dolayısıyla ortada büyük bir diplomatik sarmal vardır demektir.
Peki adada yaşayan ve gelişmeleri takip ederek çözümü umut edenler ne olacaktır? Yukarıdaki iki senaryonun hangisinin figüranları olarak bu filmleri seyrediyoruz?
Onu bunu bilmem ama bildiğim bir şey var.
Çünkü her ne olursa olsun BM’nin yaşananlarla ilgili sağlıklı bir açıklama yapması ve biz ölümlüleri bilgilendirmesi gerekmektedir.
Üstelik yapılması gereken açıklamaların sayısı bir değil ikidir, diğeri de Pile meselesidir.
O meselenin gelişimi tekrar etmek istemiyorum. Fakat en son geldiğimiz nokta, Eylül sonu varılan mutabakatın, iki hafta önce Türk tarafının yoğun itirazı sonucu durduğunu, ardından da Stewart’ın yeniden kolları sıvadığı şeklindedir.
Ancak aradan geçen zamanda mutabakatın neden bozulduğu bir kenara, maddelerinin neler olduğu da açıklanmamıştır. Hatta dahası, geçen hafta başladığı söylenen görüşmelerin akıbetinin ne olduğu da bilinmemektedir.
Ve BM bu konuda da susmakta ve konuşmamaktadır.
Neden konuşmuyor, onu bilemiyorum.
Belki de işler o komik Türk filminin ünlü repliğindeki gibidir:
“Bir ara çok konuştum ama hiç faydasını görmedim, bıraktım…”
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.