Garantiler, yalanlar ve gerçekler...
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz gün Katar dönüşü uçakta yaptığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) seçimleriyle ilgili açıklama tartışmaları da beraberinde getirdi. Açıklamalar her çevrede farklı bir etki ve tepki yaratsa da, Kıbrıs adasındaki bazı tarihi gerçekler yazılı bir şekilde uluslararası hukukun parçasıdır. Dolayısıyla istenilse de sözle değiştirilemez.
Ancak biz önce haberin Anadolu Ajansı'ndaki (AA) ilgili kısmını buraya koyalım:
"Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde ekim ayında cumhurbaşkanlığı seçimi var. Seçim sonuçlarının Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki kazanımları ve iddiaları konusunda riskler taşıyıp taşımadığı hususunu nasıl değerlendirirsiniz?" sorusuna karşılık Erdoğan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin egemen bir devlet olarak bağımsız yargısı gözetiminde seçimlerini gerçekleştireceğini belirtti.
"Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bizim kardeşimizdir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin hak ve menfaatlerini kendi hak ve menfaatlerimiz olarak görüyoruz. Buna el uzatılmasına da müsaade etmeyiz" diyen Erdoğan, Türkiye'nin, uluslararası hukuk zemininde ve Birleşmiş Milletler kararlarında meşru şekilde tanınan garantörlük haklarına sahip olduğunu vurguladı.
Erdoğan, bu hakların hangi siyasi parti iktidara gelirse gelsin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin varlığına ve Doğu Akdeniz'deki deniz yetki alanlarına güvence sağladığını kaydetti.
Kıbrıs Adası'nın yıllarca bölgesel ve küresel güçlerin oyun alanı olduğuna dikkati çeken Erdoğan, yakın tarihin oynanan oyunların ne kadar kanlı olabileceğini gösterdiğini ifade etti.
Erdoğan, "Kimse Kıbrıs Adası üzerinde yeni acıları ortaya çıkartacak oyunlar kurmamalıdır. Ne biz ne Kıbrıs Türk halkı yaşadıklarını unutmuştur. Acılarla dolu hafızalar taptazedir. Benzer acıları bir daha kimse Kıbrıs Türkü'ne yaşatamaz, biz buna izin vermeyiz. Ben Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti seçimlerinin hayırlı olmasını temenni ediyorum" diye konuştu.
Şimdi haberle ilgili yorumlarımı ve yapılan yorumları değerlendirmeye geçebiliriz.
Mesela ben ne anladım?
Bir kere Başkan Erdoğan açık şekilde uluslararası hukuk ve BM kararlarının altını çizerek Türkiye’nin garantörlük hakkından bahsetmektedir. Bunun meşru bir durum olduğunu söylemektedir. Bu bağlamda sorunun “improvize” olmadığını, bu mesajın esasen öne çıkarıldığını söylemek isterim.
Devamla “bu hakların hangi siyasi parti iktidara gelirse gelsin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin varlığına ve Doğu Akdeniz'deki deniz yetki alanlarına güvence sağladığını” söylemesi, Kıbrıs adasında mevcut olan durum değişmedikten sonra zaten tartışılacak bir durum olmadığını vurgulamaktadır.
Gerçekten de Güvenlik ve Garantiler başlığı, çözüm müzakerelerinin altı başlığından bir tanesidir. Bana göre Yönetim ve Güç Paylaşımı başlığıyla birlikte en kritik olanıdır.
Daha önce defalarca dile getirip yazdığım üzere, bu iki başlık esas pazarlığın ya da al-verin bir nüvesidir.
Yanlış anlaşılmasın, elbette toprak ve mülkiyet başlıkları da pazarlığın bir parçasıdır ama tartışmanın büyüğü bu iki başlık etrafında dönmektedir.
Ama bu kısmı bırakıp, Başkan Erdoğan’ın sözlerinin bizim buralarda nasıl yankılandığına bakacak olursak, farklılıklar görürüz.
Kısasından başlayacak olursam, bu sözler Tufan Erhürman destekçileri tarafından “Türkiye kimin seçildiğine bakmayacak, demek ki yolumuz açıktır” şeklinde yorumlandı.
Bu kısmen doğru ama bana soracak olursanız yüzeysel bir yorumdur zira Erdoğan, Türkiye’nin altında imzası bulunan Garanti ve İttifak anlaşmaları gıyabında konuşmuştur, bu kadar basit.
Kaldı ki hem yardımcısı Cevdet Yılmaz hem de TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, KKTC’den algı maksatlı Ankara’ya götürülen muhtarlarla yapılan toplantılarda iki devletli çözümü güçlü ve açık destek vermiştir.
Bu durumda CTP adayı Erhürman’ın yolu açık mı değil mi ben çözemem. Türkiye eğer ki bu siyasette ısrar edecekse, Erhürman’nın seçildiği takdirde nasıl bir ikna yoluna gideceği muammadır. Bunların cevabını zaman gösterecektir.
Fakat açıklamaların sağ cenahta daha coşkulu karşılandığını söylemek mümkündür. Daha doğrusu eski hamaset retoriklerinin gündeme getirilmesini sağlayacak bir çeşit ‘gol pası’ olarak!
Mesela Kıbrıs sorunu konusunda hiç de yetkin olmayan Başbakan Ünal Üstel, Erdoğan ve diğer yetkililerin açıklamalarını harmanlayıp, “İki devletli çözüm, eşittir garantiler” derken, arkasından veciz Türkçesiyle “Federasyon garantisizlik demektir” diye devam etmiştir.
Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tümünün garantörü olduğunu unutturup, sadece KKTC devletinin garantörü olarak anlatma çabası son yıllarda bayağı hız kazanmıştır. Ancak bu çabanın gelip tosladığı yer 1959 yılında imza edilen malum anlaşmadır.
Dolayısıyla Kıbrıslı Türklerin son seçilmiş lideri olan Mustafa Akıncı’nın bu açıklamaya verdiğini cevap şöyledir: “Kıbrıslı Türk toplumunu yönetme iddiasında olanlar “ Garantörlük demek, iki devlet demektir “ derken zahmet edip garanti anlaşmasına bir göz atsalar, durumun bunun tam da tersi olduğunu anlayacaklar. Okusalar görecekler ki, garantörlük, Kıbrıs’ın bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve anayasal düzenini kapsamaktadır. Dolayısıyla bu sözler ya bir bilgisizlik ürünüdür ya da seçim amaçlı bir çarpıtmadır. Her iki durum da düzeltilmeye muhtaçtır. Seçim dönemleri toplumun aldatılma değil, aydınlatılma süreci olarak değerlendirilmelidir.”
Aynen Sayın Akıncı’nın son cümlesinde dediği gibi, bu topraklarda seçimler insanları aldatmak için kullanılan bir dönemdir, aydınlatmak için değil!
Yine dün programıma konuk olan araştırmacı-yazar Mete Hatay da, Başbakanın sözlerine cevap vererek “Esas iki devletli çözüm adanın tümündeki garantörlük haklarından vazgeçmektir. Dahası, adanın güneyindeki denizlerde bulunan haklardan da vazgeçmektir. Bunu savunanlar neyi istediklerinin fakında değildirler” demiştir.
Aslına bakarsanız Mete Hatay’a katılmakla birlikte, aslında farkında olduklarını düşünmekteyim. Çünkü bu zihniyetin genel düşüncesi “Benim malım benim malım; Rum’un malı da benim malım” şeklinde yayılmacı, üstenci, düşmanca bir düşüncedir.
Yine “federasyon, garantisizliktir” şeklindeki düşünce de yanlıştır çünkü Kıbrıs sorunu çözüm müzakerelerinin temel öğelerinden birisi “iki tarafından da güvenlik kaygılarını giderecek yeni bir mekanizmadan” geçmektedir. Bunun aksi bir şeyin hayata geçmesi mümkün değildir.
Kıbrıs sorunu konusunda yapılan en son özlü müzakere olan Crans Montana’da sunulan Guterres Belgesinin birinci maddesi tam da bu konuya parmak basmaktadır.
Genel Sekreter orada “içinde tek taraflı müdahale olan bir garanti sistemi çağ dışıdır” ifadesiyle, yeni bir sistemden bahsetmektedir.
Türkiye ve diğer garantörler bu konuyu orada masaya yatırmıştır. Türkiye tüm dünyayı şaşırtarak asker çekmekten bahsetmiştir. Bunlar tarihte ilk kez görülen şeylerdir.
Buna rağmen dönemin Rum lideri Nikos Anastasiadis garantiler konusunda “sıfır asker, sıfır garanti” söylemini pazarlığın başlangıcı olarak almış, nihayetinde masa bu yüzden çökmüştür.
Sağ cenahın temsilcileri Anastasiadis’in bu söylemini Guterres Belgesinin muhteviyatı olarak anlatarak, o belgeyi gömmeye çalışmışlardır ama bunun çarpıtma olduğunu hepimiz biliyoruz. O belgede öyle bir şey yoktur!
Sonuç olarak kim ne derse desin, kim nasıl isterse davransın ve istediğini söylesin, Kıbrıs’ta bir çözüm olacaksa, bunun içinde yeni bir güvenlik mekanizması olacaktır. Bu mekanizmanın Türkiye olmadan kurulması imkansızdır. Erdoğan’ın sözleri aslında biraz da bu yöne doğru öngörülerdir.
Fakat hamaset yaparak statükoyu savunanların en büyük çarpıtma aracı insanların güvenlik istekleri üzerinde korku ve paranoya yaratmaktır.
Seçimlere 1 ay kala ajandanın gene aynı eski ve bilindik hamaset nutuklarına dönmesi, bu çevrelerin ortaya koyacağı akılcı bir siyaset ya da vizyon olmamasındandır.
Hiç kuşkunuz olmasın, ilerleyen günlerde sadece garantiler değil, toprak da gündeme gelecek, aynı çevreler, Erhürman cephesini, Mustafa Akıncı’nın Crans Montana sürecinde Türkiye’nin bilgisinde sunduğu haritayı da gündeme getirerek, “topraklarımızı veriyor” diye suçlayacaktır.
Buna yine bilindik “gemilere doldurulup gönderilme” çarpıtmaları filan da eklenecektir.
Tufan Erhürman’ın bunlara verilecek açık ve net cevapları vardır diye umut ediyorum...

Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.