İÇ HABERLER
okuma süresi: 19 dak.

Derviş Eroğlu: Anastasiadis’i masaya çekmek için 11 Şubat Ortak Açıklaması’na evet dedim

Derviş Eroğlu: Anastasiadis’i masaya çekmek için 11 Şubat Ortak Açıklaması’na evet dedim

Üçüncü Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu, dönemin Kıbrıs Rum lideri Nikos Anastasiadis ile üzerinde mutabık kaldıkları 11 Şubat Ortak Açıklaması’nı anımsatarak, “Bu açıklamaya Anastasiadis’i masaya çekmek için evet dedim.” dedi.

Yayın Tarihi: 07/03/24 16:00
Güncelleme Tarihi: 08/03/24 10:33
okuma süresi: 19 dak.
Derviş Eroğlu: Anastasiadis’i masaya çekmek için 11 Şubat Ortak Açıklaması’na evet dedim
  • “Ambargolar dünya ve Rumlar için de bir utanç kaynağıdır”

  • “Holguin’nin çabalarının olumlu sonuç vereceğini düşünmüyorum”

  • “KKTC gerçeğine hep birlikte sahip çıkmalıyız”

  • “Talat-Hristofyas müzakereleri başladıktan kısa süre sonra tüm ümitler boşa çıktı”

  • “Hristofyas ile bütün başlıklarda anlaşmaya varılmadan toprak konusuna geçilmeyeceği konusunda bir karara vardık”

  • “Müzakereler yaklaştıkça Rum tarafından başka mazeretler duymaya başladık”

  • “Anastasiadis’i masaya çekmek için 11 Şubat Ortak Açıklaması’na evet dedim”

  • “Federal çözüm süreci Rum tarafının farklı niyetleri yüzünden çöktü”

Üçüncü Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu, Rumların, hiçbir zaman Türk tarafının ‘kırmızı çizgilerini’ kabul etme niyetinde olmadığını belirterek, KKTC gerçeğine sahip çıkılması gerektiğini ifade etti. Eroğlu, Rum tarafının, 1974 öncesine dönüşü ve Kıbrıs’ı Yunan yapma umudu ile mücadele etmeyi Kıbrıs Türk halkı ile anlaşma yapmaya tercih ettiğini kaydetti.

Kıbrıs müzakere tarihinde önemli bir yeri olan 11 Şubat 2014 Ortak Açıklaması’na değinen Eroğlu, “sırf dönemin Rum lideri Nikos Anastasiadis’i masaya çekmek ve Rum tutumu yüzünden hiçbir zaman olamayacağına inandığı federasyon anlaşması kapsamında son oyunun oynanmasını temin etmek için bu açıklamaya ‘evet’ dediğini” söyledi.

Üçüncü Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu, Kıbrıs sorunu ve bu kapsamda yaşanan gelişmelere ilişkin Kıbrıs Postası’na özel açıklamalarda bulundu.

Üçüncü Cumhurbaşkanı Dr. Eroğlu, ilk etapta, Kıbrıs sorunun çözümüne ilişkin olası modelleri değerlendirdi. Eroğlu, var olan ve 50 yıldır yaşanan gerçekleri göz önünde bulundurarak iki devletin iş birliğini esas alan bir anlaşma yapılması gerektiğini söyleyerek, “Sonrası ise tarihe ve gelecek nesillere bırakılmalıdır.” dedi.

İki devletin iş birliği dışındaki seçeneklerin Rumların oylama taktiklerini sürdürmesine, KKTC’nin uluslararası alanda hak ettiği yeri almasının engellenmesine katkı sağlayacağına vurgu yapan Eroğlu, “Tarih bunun şahididir.” ifadelerini kullandı.

“AMBARGOLAR DÜNYA VE RUMLAR İÇİN DE BİR UTANÇ KAYNAĞIDIR”

Eroğlu, Kıbrıslı Türklerin maruz kaldığı ambargo ve izolasyonlara da değindi. Ambargoların Kıbrıs konusunun halledilmesine bir faydasının olmadığına dikkat çeken Eroğlu, “Bu durum uygar geçinen, insan haklarına saygılı olduğunu iddia eden dünya ve Rumlar için de bir utanç kaynağıdır.” diye konuştu.

Geçmişte ambargolarla ilgili hiçbir iyileştirme olmadığını kaydeden Eroğlu, “Avrupa Birliği (AB) ve dünya, maalesef 2004 referandumu öncesi Kıbrıs Türkü’ne evet demesi için verdiği sözleri unuttu ve maalesef yine Rumları ödüllendirirken bizi cezalandırmayı devam ettirdi.” açıklamasında bulundu.

Eroğlu, “Biz Türk’üz ve dünya gerçeklerini iyi bileceğiz. Haklarımızı bize vermeye yanaşmayacaklar. Biz alacağız.” dedi.

“HOLGUIN’NİN ÇABALARININ OLUMLU SONUÇ VERECEĞİNİ DÜŞÜNMÜYORUM”

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri’nin Kıbrıs sorununa ilişkin kişisel temsilcisi Maria Angela Holguin Cuellar’ın temaslarını da değerlendiren Eroğlu, “Bayan Holguin’in çabalarının olumlu sonuç vereceğini düşünmüyorum.” ifadelerini kullandı.

Eroğlu, Holguin’in, görevde olmayan diğer iki Cumhurbaşkanı ile görüştüğünü fakat kendisiyle görüşmediğini söyleyerek, “Görüşmek isterse kapım açıktır. Kendisine gerçekleri anlatmaktan memnuniyet duyarım.” diye konuştu.

Rum liderliği ve Rum kilisesinin asla ve asla Türkiye’nin garantörlüğünü kabul etmediğini kaydeden Eroğlu, “Bizim yönetime etkin katılımımızı, veto hakkımız olmasını ve dönüşümlü başkanlığı kabul etmediler, etmeyecekler de. Bunların içinde olmadığı bir anlaşmayı ise ne Türkiye ne KKTC kabul etmemiştir, edemez. Eden tarihte hiç de iyi anılmaz.” açıklamasında bulundu.

“KKTC GERÇEĞİNE HEP BİRLİKTE SAHİP ÇIKMALIYIZ”

Eroğlu, Rumların, hiçbir zaman Türk tarafının ‘kırmızı çizgilerini’ kabul etme niyetinde olmadığını belirterek, “Dolayısı ile biz 15 Kasım 1983’te ilan ettiğimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devleti gerçeğine hep birlikte sahip çıkmalı ve devletimizi yüceltmenin, yaşanan bazı sorunlarımızı geride bırakmanın yollarını bulmalıyız.” dedi.

Kıbrıs’ta 1950’li yıllardan bu yana yaşananlara tanıklık eden, halkın takdiri ile uzun yıllar parti başkanlığı, Başbakanlık, 5 yıl da KKTC Cumhurbaşkanlığı yapan Eroğlu, Kıbrıs sorununun tarihçesiyle ilgili önemli detaylar da paylaştı.

EROĞLU’NDAN TARİHE NOT DÜŞECEK AÇIKLAMALAR

Tarihe not düşmek ve geleceğe ışık tutması için bazı şeyleri anımsatmak istediğini kaydeden Eroğlu, konuya ilgili açıklamasını şu şekilde sürdürdü:

“Kıbrıs Rumları ve Yunanistan Kıbrıs’ı dün de bugün de Yunan olarak görüyor. Kofi Annan’ın 2004 referandumundan sonra BM Güvenlik Konseyi’ne sunduğu raporda da belirttiği gibi adanın yönetimi ve zenginliklerini bizimle paylaşmak istemiyorlar. BM Güvenlik Konseyi’nin veto hakkı olan beş daimi üyesi de kendi endişeleri, çıkarları nedeniyle adil davranmıyor, Rumların yanlış tutumların rağmen bizim haklarımızı kabule yanaşmıyorlar.

Benim Genel Başkanlığımdaki Ulusal Birlik Partisi (UBP) 2009 seçimlerinde tek başımıza iktidara gelirken seçim bildirgemizde egemen eşitliğimiz üzerinde önemle durmuş ve şunları vurgulamıştık:

‘Herhangi bir anlaşma, iki halk ve iki devletin egemen eşitliği temelinde yapılmalıdır.’

‘Oluşturucu Eyalet/Devlet- Constituent State’ kavramı haklarımızın korunması açısından tatmin edici değildir, Rum tarafının açıklamaları bunun kanıtıdır. ‘Founding State - Kurucu Devlet’ kavramı üzerinde ısrar edilmelidir. Egemenliğin kaynağının kurucu devletler olduğu açıkça belirtilmelidir.”

“TALAT-HRİSTOFYAS MÜZAKERELERİ BAŞLADIKTAN KISA SÜRE SONRA TÜM ÜMİTLER BOŞA ÇIKTI”

Eroğlu, 3 Eylül 2008 tarihinde Talat-Hristofyas müzakereleri başladığını ve tüm ümitler kısa zamanda boşa çıktığını hatırlatarak, “İki solcu, iki yoldaş, iki federal çözüm yanlısı kısa sürede çözüm beklendiğinin açıklanmasına rağmen yaklaşık iki sene görüşmüşler ama bir yere varamamışlardı.” ifadelerini kullandı.

KKTC’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden yaklaşık iki ay önce Birleş Milletler (BM) Genel Sekreteri Ban Ki-moon’u Kıbrıs’a getirmek suretiyle olumlu ve çözüme yakın bir hava estirilmeye çalışıldığını anımsatan Eroğlu, “Genel Sekreter’in ortak bir toplantı sonrasında sağlanan yakınlaşmaların deklare edilmesi teklifine bir ‘barış meleği’ olarak lanse edilen Hristofyas yanaşmamıştı.” diye konuştu. 

Eroğlu, Rum Lider Hristofyas’ın o güne kadar sağlanan yakınlaşmaları açıklamak, bunları kamuoyu önünde kabullenmek istemediğini kaydederek, “Genel Sekreter hiçbir şey sağlayamadan adadan ayrılmak zorunda kalmıştı.” açıklamasında bulundu.

CUMHURBAŞKANI SEÇİLMESİNİN ARDINDAN YAŞANAN SÜREÇ…

KKTC’de 2010 yılının Nisan ayında yapılan seçimlerde Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından yaşanan süreçleri de anlatan Eroğlu, şu ifadeleri kullandı:

“Seçilmemin ardından uluslararası alanda hakkımda büyük bir karalama kampanyası yapılmaya başlandı. Benim gerçekten federal bir çözüm istemediğim, bu şartlarda başlayacak görüşmelerin birkaç hafta içinde çökeceği iddia edildi. Halbuki, ben, seçilir seçilmez BM Genel Sekreteri’nin talebi üzerine benden önceki dönemde sağlanan yazılı yakınlaşmalara bağlı olduğumu yine BM Genel Sekreteri’ne yazdığım mektupla ifade etmiştim.

Bununla da kalmadım, iki ay sonra New York’a gidip Sayın Genel Sekreterle bir görüşme yaptım ve orada inisiyatif alıp kendisinin gözetiminde Rum liderle bir zirvede veya zirvelerde bir araya gelmeye hazır olduğumu söyledim. Benim için BM Genel Sekreteri’ne sunduğum gerekçemde, bugüne kadar birçok liderler toplantısı yapıldığını ancak anlaşma sağlanamadığını, kendisinin katılımı ile yapılacak zirve toplantılarında bir sonuca ulaşılabileceğine inandığımı belirttim.”

“HRİSTOFYAS İLE İLK GÖRÜŞMEMİZDE BÜTÜN BAŞLIKLARDA ANLAŞMAYA VARILMADAN TOPRAK KONUSUNA GEÇİLMEYECEĞİ KONUSUNDA BİR KARARA VARDIK”

Eroğlu, dönemin Rum Lideri Hristofyas ile 6 Mayıs 2010 tarihinde ilk kez bir araya geldiğini hatırlatarak, “İlk önce bütün başlıklarda anlaşmaya varılmadan toprak konusuna geçilmeyeceği konusunda bir karara vardık.” dedi. 

“Hristofyas’ın niyetinin bir anlaşma değil Kıbrıs Türk tarafını suçlayarak bu süreçten çıkmak olduğu daha o toplantıda belli olmuştu.” diyen Eroğlu, Rum tarafının çeşitli oyunlara başvurduğunu fakat sergilenen kararlı tutumum sayesinde bu oyunların başarıya ulaşmasının önlediğini belirtti.

DÖNEMİN BM GENEL SEKRETERİ İLE YAPILAN GÖRÜŞMELER

Rum lider Hristofyas döneminde Genel Sekreter’le tam 5 kez zirvelerde bir araya geldiğini söyleyen Eroğlu, konuya ilişkin şu detayları paylaştı:

“Bu zirvelerin ilki 18 Kasım 2010’da New York’ta, ikincisi 26 Ocak 2011 tarihinde Cenevre’de, üçüncüsü 7 Temmuz tarihinde yine Cenevre’de, dördüncüsü 30-31 Ekim 2011 tarihinde Greentree/New York’ta ve sonuncusu da 22-23 Ocak 2012 tarihinde yine Greentree/New York’ta gerçekleştirildi.

Özellikle sonuncu zirve çok önemlidir, çünkü Genel Sekreter bu zirve öncesi taraflara yazdığı mektubunda artık ‘son oyun’un (end game) içerisinde bulunduğumuzu ve bu zirvede ana-ana konuları (core-core issues) görüşüp karara bağlamamızın ardından birçok taraflı konferans düzenlemeyi düşündüğünü söylemiştir. Bunu ilgili raporlarına da koymuştur.

Biz bu zirveye bahse konu 3 ana-ana konularda önerilerimizle gittik. Hristofyas ise Ulusal Konseyi’nden aldığı dört ‘hayırla’, (Rumcada onlar buna ‘ohi’ diyorlar) bu son zirveye geldi. Neydi bu hayırları? 1-Zaman takvimi 2- Arabuluculuk 3- Hakemlik 4- Bir anlaşma noktasına gelindiği zaman Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin de katılacağı çok taraflı toplantı istemiyorlardı. Bu nedenle, tüm uğraşlarımıza rağmen bu zirveden de sonuç alamadık.

Hristofyas dönüşte yaptığı konuşmada 4 ‘hayırı’ koruduğundan bahsetmiş bununla övünç duyduğunu da ifade etmiştir. Bu zirvenin ardından anlamlı görüşme yapma ihtimali de ortadan kalkmıştı. Rum tarafının ayak sürme politikasını kırmak için de ‘bir tür süreç’ önerimizi ortaya attık.Rum tarafı, AB dönem başkanlığını devralacakları için masadan kaçma yolları arıyordu; biz ise onları oluşturulan teknik komitelerle masada tutmaya çalıştık ancak bazı istisnalar dışında Rum tarafının uzlaşmaz tutumu nedeniyle arzu ettiğimiz sonuçları alamadık.”

ANASTASIADIS SONRASI RUM TARAFININ TUTUMU...

Üçüncü Cumhurbaşkanı Eroğlu, Nikos Anastasiadis’in yeni Kıbrıs Rum lideri olarak göreve gelmesinin ardından yaşanan süreci de anlattı. Seçilmesinden önce uluslararası toplumun, zamanında Annan Planı’na ‘evet’ demiş olmasından hareketle, Anastasiadis’i uzlaşı yanlısı bir lider olarak takdim ettiğini ve bunun müzakere sürecine olumlu yansıyacağı beklentisi içerisine girdiğini kaydeden Eroğlu, açıklamasını şu şekilde sürdürdü:

“Ancak, aynı Anastasiadis, daha seçilmeden çözüm karşıtı Rum siyasi partisi DİKO’yla kabul edilemez unsurlardan oluşan bir protokol imzaladı. Benzeri bir protokolü çözüm karşıtlığıyla bilinen Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Hrisostomos’la da imzaladığı bilinmektedir. Bize bunların seçim yatırımı olduğu söylenmişti, ancak Anastasiadis seçilmesinin ertesinde bu ilkelere bağlı kalacağını her fırsatta ifade etmiştir.

Bizim sürekli olarak masaya gel çağrılarımıza önceleri ekonomik zorlukları mazeret göstererek süre istedi. Bunu anlayışla karşıladık ve kendisine makul bir süre tanıdık.30 Mayıs 2013 tarihinde bir yemekte bir araya geldiğim Anastasiadis, müzakerelere aynı yılın Ekim ayında başlamaya hazır olacağını söyledi, ben de bunu kabul ettim.

Ancak iki tarih arasında kalan dönemde Anastasiadis’in yaptıklarına baktığımızda, alışılagelen Rum uzlaşmazlığının bir örneğinin daha yaşanacağı apaçık ortaya çıktı. Bunca yıldır çözümün önündeki en büyük engel olarak görülen Rum Ulusal Konseyi’nin seviyesi ilk kez Anastasiadis tarafından bu dönemde yükseltildi. Sadece tavsiye kararı üretmekle mükellef bu yapıyı kararları bağlayıcı ve belirleyici olan bir statüyle donattı.”

“MÜZAKERELER YAKLAŞTIKÇA RUM TARAFINDAN BAŞKA MAZERETLER DUYMAYA BAŞLADIK”

Eroğlu, Anastasiadis’in, çözüm karşıtı DİKO partisine yakınlığıyla bilinen Andreas Mavroyannis’i Özel Temsilci, yani müzakereci olarak atadığını hatırlatarak, “Ancak bu atamayı, 6 aylık bir gecikmeyle yaptı. Masaya geleceği sözü verdiği Ekim ayı yaklaştıkça Rum tarafından başka mazeretler duymaya başladık. Bu mazeretlerin başında tüm bu anlattıklarımdan da kolayca çıkarabileceğiniz üzere bir ön hazırlık yapılması gerektiği iddiası vardı.” ifadelerini kullandı.

Ardından diğer ön şartların gelmeye başladığını, Anastasiadis’in, Maraş’ın bir anlamda bir ‘peşinat’ olarak kendilerine verilmemesi halinde masaya gelmeyeceğini açıkladığını dile getiren Eroğlu, “Bu tutmayınca Türkiye ile doğrudan müzakere etmek istediğini söyledi. Ardından liderler görüşmesi yapılabilmesi için bir ortak açıklama üzerinde anlaşılması gerektiğini, bunun ön şartları olduğunu ısrarla tekrarladı.” diye konuştu.

Eroğlu, Anastasiadis’in, 2008’de başlayan müzakerelerde sağlanan yazılı yakınlaşmaları da kabul etmediğini açıkça ifade ettiğini belirterek, “BM bizzat iki tarafın yazılı olarak sağladığı yakınlaşmaları, diğer tartışma konularıyla beraber 77 sayfalık bir belgede topladı. Anastasiadis bu belgede yer alan yakınlaşmaları da kabul etmedi.” açıklamasında bulundu.

Anastasiadis’e mektup yazarak bu yakınlaşmaları teyit etmesini istediğini belirten Eroğlu, açıklamasını şu şekilde sürdürdü:

“Anastasiadis cevabi mektubunda bunu yapmaktan kaçınarak var olan müzakere zeminini tekrar tartışmaya açma niyetini ortaya koydu. Ortak açıklama egzersizi de tüm bu nedenlerden dolayı Rum tarafınca ortaya atıldı ve ne yazık ki BM de dahil olmak üzere ilgili taraflar da bunun yararlı olacağı konusunda ısrarlı oldular. Biz ise her zaman ön koşulsuz olarak masaya oturmaya hazır olduğumuzu söyledik, ancak iyi niyet ve yapıcı bir ruhla ortak açıklama egzersizine de katıldık ve bu suretledir ki Anastasiadis’in bu bahanesini elinden almış olduk.”

11 ŞUBAT 2014 ORTAK BELGESİ…

Üçüncü Cumhurbaşkanı Eroğlu, Kıbrıs müzakere tarihin en kritik ve son yıllarda imza edilmiş en önemli belgesi olan 11 Şubat 2014 Ortak Belgesi hakkında da değerlendirmelerde bulundu.

Anavatan Türkiye’nin önemli katkıları ve Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) de araya girmesiyle uzun çabalar sonucu Rum lider Nikos Anastasiadis’le bir ortak açıklama üzerinde uzlaştıklarını ve bunun dünyaya ilan edildiğini hatırlatan Eroğlu, konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı:

“Ortak açıklama metninde oluşturacağımız yeni ortaklığın BM’ye üye diğer devletlerden daha faklı bir egemenliğe sahip olmayacağı, üstelik de bu egemenliğin Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rum toplumlarından eşit şekilde kaynaklanacağı net şekilde kayda geçirilmiştir. Yani egemenliğin ayrı ayrı iki halka ait olduğu bir anlamda ortaya konulmuştur.

Yeni ortaklıkta iki kurucu devlet olacak ve bunlar eşit statüye sahip olacaklardı. Bunun kayda geçirilmiş olması da hayli önemlidir. Kurucu devletlerin yetki alanlarına giren konulara federal devletin müdahale edemeyeceğinin kabul edilmiş olması da ortak açıklama metnine olumlu yaklaşmamızı sağlayan önemli bir etken olmuştur.”

“ANASTASİADİS’İ MASAYA ÇEKMEK İÇİN 11 ŞUBAT ORTAK AÇIKLAMASI’NA EVET DEDİM”

Eroğlu, KKTC’nin dünyada hak ettiği yeri almasının önüne konulan haksız engellerin kaldırılmasını sağlamak, Anastasiadis’i masaya çekmek ve Rum tutumu nedeniyle hiçbir zaman olamayacağına inandığı federasyon anlaşmasına yönelik BM tarafından Hristofyas döneminde ortaya konulan son oyunun oynanmasını temin etmek için 11 Şubat 2014 Ortak Açıklaması’na ‘evet’ dediğini kaydetti.

Anastasiadis’in görüşmelerin başlamasından kısa süre sonra Güney Kıbrıs’ın sözde Münhasır Ekonomik Bölgesi’ndeki (MEB) gelişmeleri, Türkiye ile KKTC’nin Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması yapmasını, Doğu Akdeniz’de hidrokarbon arama çabalarını bahane göstererek müzakere masasından kaçtığını belirten Eroğlu, açıklamasını şu şekilde sürdürdü:

“Ben görevi 2015 yılında Dördüncü Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’ya devrettim. Sayın Akıncı ile Anastasiadis defalarca görüştüler ama 2017 yılı Temmuz ayında Crans Montana’da federasyon görüşmeleri çöktü. Bana göre 2008’de başlayan federasyon görüşmelerinde ‘end game-son oyun’ Crans Montana’da oynandı ve Sayın Akıncı’nın deyişi ile federasyon yapılamayacağı belli oldu.

Yani Sayın Talat’ın 2008’de başlattığı benim 2010’da sürdürdüğüm 2014’te Kıbrıs görüşme tarihinin en kapsamlı liderler ortak açıklaması ile önemli bir noktaya taşıdığım federal çözüm süreci 2017’de Sayın Akıncı’nın bana göre vermemesi gereken toprak tavizlerine, garantörlükte attığı yanlış adımlara rağmen çöktü.”

“FEDERAL ÇÖZÜM SÜRECİ RUM TARAFININ FARKLI NİYETLERİ YÜZÜNDEN ÇÖKTÜ”

Eroğlu, federal çözüm sürecinin Rum tarafının farklı niyetleri yüzünden çöktüğüne dikkat çekerek, “Rumlar bizimle Kıbrıs adasının yönetimini ve zenginliklerini, nimetlerini paylaşmak istemiyor.” ifadelerini kullandı.

Rum tarafının, 1974 öncesine dönüşü ve Kıbrıs’ı Yunan yapma umudu ile mücadele etmeyi Kıbrıs Türk halkı ile anlaşma yapmaya tercih ettiğini söyleyen Eroğlu, herkesin bu gerçeği iyi bilmesi gerektiğini de sözlerine ekledi.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.