Turnusol kağıdı…
Glapsides’te geçen hafta yaşanan olay ve orada çalışan bir kişinin yaptığı paylaşım, adanın kuzeyinde yaşayan kitlenin ne olduğunu anlamamız açısından tam bir turnusol kağıdına dönüştü.
Konuyu şahıslar üzerinden tartışmak istemiyorum. Haber merkezinden arkadaşlarımız, açıklamayı yapan kişiyle de konuştular. Açıkçası plajda bugüne kadar yaşananlar, sadece bizim kültürümüzden değil, genel adabı-muaşeretten uzak davranışların kabul edilir bir tarafı yoktur. Bundan hepimiz rahatsız oluruz, olmaktayız da.
Ancak çalışan kişinin kullandığı üslup ve “şu giremez, bu giremez” şeklinde ifadeler kullanılması kabul edilemez, hiçbir şekilde meşru gösterilemez.
Ama dediğim gibi konuyu sadece bir kişi üzerinden tartışmamız mümkün değildir.
Yazının başında kullandığım ‘turnusol kağıdı’ ifadesi bu manada başka bir şeye işaret etmektedir: Kıbrıs’ın kuzeyinde yabancı düşmanlığı vardır!
İlgili haberlerin altında yazılanlar, açıklamaya verilen destek, bunu bir anlamda “cesaret” olarak nitelemek ama ondan da ötesi “fikir ve ifade özgürlüğü” olarak değerlendirmek son derece vahimdir.
Bakınız ırkçılık ve nefret suçu şu şekilde tanımlanır: “Bir şahsa veya bir mülke karşı işlenen herhangi bir cezai suçun kaynağı o kimsenin: Irkı, rengi, etnik kökeni ya da uyruğu; dini; cinsiyeti, cinsel yönelimi, yaşı, fiziksel veya zihinsel engelleri ise bu suç nefret suçunu teşkil eder.”
Yabancı düşmanlığı (Zenofobi) ise literatüre şu şekilde geçmiştir: “Yabancı düşmanlığı, Yunanca ‘korku’ anlamına gelen ‘phobia’ ile ‘yabancı’ ve ‘misafir’ anlamına gelen ‘xenos” sözcüklerinden türemiştir. Bu nedenle Xenophobia, yabancıdan korkma anlamına gelmektedir.”
Dünya, bu anlamda bir nevi pandemiye dönüşen ‘Zenofobi’ hastalığında mustariptir. İşte son yapılan AP seçimlerinden yükselen aşırı sağın en büyük destek kaynağı da burasıdır.
Bu bağlamda sapla saman da karıştırılmakta, yabancı düşmanlığı üzerinden ırkçı söylemler “fikir ve ifade özgürlüğü” olarak algılanmaktadır.
Bu konu her ne kadar çok tartışmalı da olsa iki şey nettir: Bunlardan bir tanesi tehdittir. Herhangi bir kişiyi, grubu ya da oluşumu zarar vermekle tehdit etmek, ifade özgürlüğü olarak kabul edilmemelidir. İkincisiyse nefret söylemi ve ırkçılık ifade özgürlüğü olarak kabul edilemez.
Bunlarda standart olarak anlaşmak durumundayız. Eğer bunu böyle kabul etmezsek, yarın öbür gün sokaklarda Pakistanlı, Nijeryalı ya da başka ırka mensup kişiler için ava çıkılması da kabul görür.
Nazi Almanya’sında yaşananlar, o tarihsel süreç, buna en büyük örnektir. Fakat gelinen noktada insanlık bunlardan tam olarak ders çıkarmış durumda değildir.
Bu türden yapılan söylemler, beraberinde toplu linç histerisini de getirir ki bu durum şu anda içinde yaşadığımız çağda çok kolaydır.
Bunun elbette ki birinci sebebi kitle iletişim araçlarımızın son derece dramatik bir şekilde değişmesi, iletişiminin görülmemiş bir şekilde kolaylaşması ve beraberinde etkileşimin korkunç derecelere varmasıdır.
Nitekim Glapsides olayı ve sonrasında yaşananlar, yapılan yorumlar, toplumun buna genel olarak destek vermesi maalesef içinde bulunduğumuz durumun bir özeti haline dönüşmüştür.
Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan ‘güruh’ maalesef yabancı düşmanıdır. Bu güruhun kimlerden oluştuğunu bilemiyoruz. İçinde Kıbrıslı Türkler de olduğu için durum bizi de bağlar -ve yine maalesef, Kıbrıslı Türklerin bu işten ‘biz yapmadık’ diyerek sıyrılması mümkün değildir. Bazıları “bu işleri Kıbrıslı Türkler böyle yapmaz” şeklinde değerlendirmektedir.
Hangi Kıbrıslı Türkler?
Bunlar kimdir?
Yeni yetişen ve Çukur gibi dizilerle büyüyen, Tik-tokun saçma dünyası içinde kaybolan yeni neslin durumu nedir?
Evet, doğrudur, Kıbrıslı Türkler genel anlamda ırkçı yapıya sahip değildirler. Birbirimize “Arap” diye çağırıyoruz, lakaplar takıyoruz. Ama belli ki durum bu noktadan çok da vahim yerlere varmış durumdadır.
Irkçılığın en çok yaygın olduğu yer olan futbol sahalarımızda bile ben herhangi bir vahim olay hatırlamıyorum. Ama belli ki ben yanılıyorum.
Ancak tüm suçu da toplumun getirildiği bu noktaya atamam.
Zira bu ülkede değişen toplum yapısının en büyük müsebbibi (komprador) iş birlikçi siyasettir.
Bu ülkede birileri para kazansın diye 3.dünya ülkelerinden öğrenci adı altında getirilen on binler vardır. Bu bağlamda yüksek öğrenim maskesiyle kurulan insan kaçakçılığı mekanizmaları vardır.
Adaya öğrenci adıyla gelenler, bir yerden sonra gettolaşmış, ada kültürüyle hiçbir ortaklaşmaya girememiş, nihayetinde de toplumsal patlamalar yaşanmaya başlanmıştır.
1974’deki müdahaleden sonra adaya aktarılan ve Kıbrıslı Türklerle hiçbir ortak paydası bulunmayan insanların yarattığı patlamaların aynısı aradan geçen 50 yılın ardından aynen ama başka ırklar üzerinden devam etmektedir.
Adaya öğrenci kisvesiyle getirilenler dışında bir de ucuz iş gücü kapsamında getirilen Asyalı işçiler meselesi vardır. Dürüst iş yapanları elbette tenzih ediyorum ama ülkendeki sermaye grupları daha da semirilsin diye Pakistan, Bangladeş, Vietnam, Türkmenistan gibi ülkelerden gelen işçilerin adanın yerel kültürüyle alakası yoktur. Vahimi, bu kişilerin sayısını dahi bilmememizdir.
Haliyle onların toplum içindeki uygunsuz davranışları, işte bu son Glapsides olayındaki gibi infiale ve beraberinde de nefret söylemine, ırkçılığa gelip varmaktadır.
Ülkenin başı bozuk yapısı, nüfusun (ya da güruhun) sayısının bilinmemesi, yabancı nüfusun artması, ekonomik sorunlar, bu yaşananların başlıca sebepleridir. Ama yine de bahane olamaz.
Çünkü ırkçılık, yabancı düşmanlığı, nefret söylemi sıfır toleransla yaklaşmak zorunda olduğumuz, “ama” diye bağlaçlarla normalleştireceğimiz bir şey değildir.
Dolayısıyla çok üzgünüm. Gerçekten üzgünüm.
Böyle bir yazı yazdığım için de ayrıca hicap duyuyorum. Yazık…
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.