Gidilecek köyün minareleri…

Yayın Tarihi: 14/01/25 07:30
okuma süresi: 8 dak.
A- A A+

Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın geçen hafta yaptığı ziyaretin yankıları sürerken, Kıbrıs sorununda da önemli hareketlilikler yaşanıyor.

Geçtiğimiz 15 Ekim’de New York’ta yapılan üçlü zirvede alınan iki karardan biri olan yeni kapıların açılmasıyla ilgili toplantının -nihayet- 20 Ocak’ta yapılacağı duyurulurken, Mart ayında toplanması beklenen çok taraflı gayrıresmi zirvenin tarihinin de belli olması bekleniyor.

Fakat tüm bunlardan da öte, gelecek hafta (20 Ocak) yemin ederek göreve başlayacak olan Donald Trump’a yönelik ABD Temsilciler Meclisi’ne sunulan Kıbrıs’la ilgili bir tasarı, Türkiye’nin başını ağrıtacak cinsten gibi duruyor.

Elbette, tasarıyı tek başına değerlendirmek çok doğru olmaz. Ancak bunu birkaç yönden irdelersek daha sağlıklı olacaktır diye düşünüyorum.

Nicole Maliotakis, Gus Bilirakis, Chris Pappas ve Dina Titus tarafından bi-partisan şekilde yani hem Cumhuriyetçiler hem de Demokratlar tarafından desteklenen tasarı daha önce çok defalar olduğu gibi Türkiye’yi ‘işgalcilikle’ suçlayıp, adada bulundurduğu 35 bin askerini derhal çekmesi yönünde çağrıda bulunuyor.

Bunun yanı sıra Türkiye’nin adaya 200 bin nüfus taşıyarak, kuzeydeki demografiyi bozduğunun vurgulandığı tasarıda, Türkiye sert ifadelerle kınanıyor. Tasarı, adadaki çözüm şeklinin federasyon olduğunu kalın çizgilerle vurgularken, Türkiye’nin NATO’nun prensip ve ilkeleri dışında hareket etmesi de sert ifadelerle eleştiriliyor.

Tasarıda Kıbrıs adasının çevresindeki deniz yetki alanları konusunda Türkiye’ye çeşitli suçlamalar getirilirken, Kıbrıs’ın MEB’ine saygı vurgusu da dikkat çekiyor.

Özünde Trump’a Kıbrıs sorununun çözümünü en yüksek öncelikli şeklinde ajandasına alma çağrısının yapıldığı tasarıda ilginç ve unutulmuş bir detay da dikkat çekiyor. Buna göre tasarıda 1974 hadiselerinde kaybolan 4 ABD vatandaşının akıbetinin belirlenmesi için Türkiye’ye iş birliği çağrısı da yapılıyor.

Kısa bir özetini yaptığı tasarı elbette kendi başına çok da fazla önem arz etmiyor.

Ama bunu ABD’nin son dönemde artan Kıbrıs ilgisi, adada kalıcı üs edinme çabaları, her gün bir limana demirleyen 6.filo gemileri, Türkiye-İsrail gerginliği, Gazze ve en nihayetinde adanın NATO’ya alınma söylentileri eşliğinde okursanız, tasarının çok da hoş bir tasarı olmadığını rahatlıkla anlayabilirsiniz.

Buna gelecek hafta 2.perdesi başlayacak Trump’ın belirsiz tavrı da eklenince, Türk-Amerikan ilişkilerinde çok kritik noktalara varabilecek bir takım vahim olayları tetikleyebilir diye düşünmek olasılık haline gelir.

Trump’ın ilk döneminde yaşanan Rahip Brunson olayı, yine onun Erdoğan’a yazdığı siyasi nezaketi çok aşan mektubu, çelik vergisi ve F-35’ler gibi konuları da referans gösterirsek, Kıbrıs sorununun çözülmesinin ya da hallinin önemi bayağı ortaya çıkar.

Hafif komplo gibi dursa da bu saydıklarıma son dönemde oldukça gündem olan bir başka ‘popüler’ mevzuyu da eklemekte fayda var.

Dünkü Kathemerini’de yayımlanan bir makaleye bakacak olursak, dünyanın en zengin adamı ve 2.Trump döneminin mimarı sayılan Elon Musk’ın, güneydeki müesses nizamı sarsan AP Bağımsız Milletveki Fidias Panayotu ile sosyal medyayı kasıp kavuran ilişkisi çok değişik bir boyuta doğru gidiyor demek de mümkün.

Öyle ki, gazeteye göre Musk’ın, Fidias’ın önderliğinde yeni bir sağ parti oluşumuna destek verdiği, hatta bu oluşuma geçen aylarda Nikos Hristodulidis’le parçalanıp istifa eden Genel Denetçi Odisseas Mihailidis’in de katılacağı iddia ediliyor.

“Musk’ın AP içindeki Truva atı” olarak görülen Fidias’ın kuracağı partinin başarılı olup olmayacağını bilemeyiz ancak güneyde yükselen yabancı düşmanlığı ve güçlenen aşırı sağcı akımların bu partide buluşabileceğini söylemek hiç de mantıksız olmaz.

Bu yüzden de Kıbrıs sorununun çözümü konusunda atılacak adımların kısa dönemde çok ama çok kritik birtakım sonuçlar doğurabileceği siyasi kulislerin en önemli konuları arasındadır diye düşünüyorum.

Tam da bu noktada, hafta sonu yine Kathemerini’de çıkan bir makale, gidilecek köyün minarelerinin nelere olabileceği yönünde işaretler verdiğini söylemek lazım.

Pavlos Xanthoulis imzalı habere göre, Genel Sekreter Antonio Guterres’in son çıkan İyi Niyet Misyon Raporu, adadaki taraflara ya kalıcı bölünmeyle baş başa kalma ya da gevşek federasyonu andıran konfederal kokan yapı benzeri bir ortaklık kurulması çağrısı yapılıyor.

Adada iki taraf arasında “ortak bir zemin yok” denilen raporda, federasyon kelimesin kullanılmaması, özellikle de adanın kuzeyindeki çözümsüzlük kaptanlarını sevindiren cinsten.

Ancak neredeyse son 10 yılda yayımlanan tüm BM raporlarında vuku bulan bu durumu mal bulmuş mağribi gibi sahiplenip, sinekten yağ çıkartmaya çalışanların bolluğuna rağmen, BM’nin kendi kriterlerinin hilafına bir rapor yayınlaması akıl dışıdır.

Ancak haberin en kritik noktası şu ifadelerdir: “Guterres, görüşmelerin yine başarısızlıkla sonuçlanması halinde bunun korkunç sonuçları olacağı uyarısında bulundu. Kıbrıslı Rumlar için bu, işgal altındaki toprakları geri alma umudunun yitirilmesiyle birlikte bölünmenin kesinleşmesi anlamına gelebilir. Kıbrıslı Türkler içinse kalıcı bir bölünme Türkiye'ye daha fazla bağımlı hale gelmelerine yol açarak Avrupa kimliklerini ve vatandaşlıklarını tehlikeye atabilir.”

Bakınız, bu işin hiç şakası yoktur ve Guterres’in bu ifadeleri, Kıbrıslı Türklerin AB vatandaşlıklarının tehdit altında olması bizim için tam bir felakettir.

Son dönemde özellikle sağ kesim Kıbrıslı Rum siyasilerin diline pelesenk olan bu tehlike gittik sonra büyümektedir. Aynı şekilde bölünmenin kalıcılaşması Kıbrıslı Rumların sadece 74’te kaybettiği toprakların (Maraş da dahil) sonsuza kadar gitmesi ve bundan çok daha önemlisi Türkiye ile sınır komşusu olma ihtimali elbette ki güvenlik açısından çok vahim olacaktır.

Yani Genel Sekreter aslında şunu demektedir: “Çözüm bulamazsanız, sonuçlarına katlanacaksınız.”

Öte yandan Trump 2.0 başlarken dünya çok daha belirsiz ve ezberleri bozan bir hale gelmiş durumdadır.

Düşünün, Trump son bir haftada Kanada’yı ABD’ye bağlanmaya çağırırken, Panama’yı da gerekirse güç kullanarak Panama Kanalını geri almakla tehdit etti, bu da yetmedi Danimarka’ya çağrı yaparak, dünyanın en büyük adası olan Grönland’ı da istedi.

Yarın öbür gün, Kıbrıs ile ilgili acayip adımlar atıp atmayacağı ne malum?

Bu adımların Türk ekonomisine yönelik olup olmayacağı ne malum?

Tam da bu yüzden eskinin bayat söylem ve stratejileri yerine yeni formüller bulmak, yaratıcı olmak, işi boş ve tabularla dolu hamasi söylemlerden uzak durmak gerekmektedir.

Henüz tarihi ve içeriği ortaya çıkmasa da önümüzdeki Mart ayında yapılacak olan çok taraflı Kıbrıs konferansı hayati bir takım sonuçlara gebe gibi durmaktadır.

Guterres’in ısrarla vurguladığı “orta yolun” aslında güçlü kurucu devletlerin var olacağı, ortak ama zayıf yetkilerle donatılmış bir merkezi hükümetle devletler arası koordinasyon sağlayacağı, bunun da Kıbrıs modeli gibi bir isimle hayat bulacağını düşünen taraftayım.

Umarım Mart’a kadar durumun ciddiyetini, değişen dünyayı ve ortak çıkarların önemini anlarız.

Diğer türlüsünü hayal etmek bile istemiyorum…


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Kıbrıs Postası’nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.