Rubicon nehrini geçerken…

Yayın Tarihi: 07/04/25 07:30
okuma süresi: 8 dak.
A- A A+

Milattan Önce 10 Ocak 49’da, İmparator Jul Sezar, Rubicon nehrini geçerek Roma’ya doğru yönelir. Şehir ona düşman kişilerin elindedir ve amacı onları yenmektir.

Yaklaşık 2000 kadar yıl sonra siyasi jargonda “dönüşü olmayan bir yola girmek” anlamına gelecek olan bu hareketin ardından efsanevi imparator tarihe geçen şu sözleri söyler: “Alea iacata est!”

Latince mealinde ‘zarlar atıldı’ anlamına gelen o söz, “ne olacaksa olacak” anlamında da kullanılmaktadır.

Ersin Tatar’ın Cuma günü -pek de beklenmeyen bir şekilde- UBP PM’ye gidip, orada da Başbakan tarafından aday ilan edilmesi sonrası dün gerçekleşen CTP kurultayında da Tufan Erhürman aday gösterildi.

Böylece yaklaşık 200 gün sonra gerçekleşecek KKTC Cumhurbaşkanlığı Seçimi için de zarlar atıldı, en kuvvetli iki aday yola çıktı, seçim yarışı resmen başlamış oldu.

Yolda kervana kimler katılır bilinmez ama hem eldeki anketler, hem de genel algı, seçimde şu an için bu iki adayın favori olduğunu göstermektedir.

Yani kısacası her iki aday da tabiri caizse Rubicon nehrini geçmiş, Roma’ya doğru yönelmiştir.

İkisinin de hedefi -defalarca yaptığım benzetmeye istinaden- yeni yapılan Roma tapınağı görünümlü külliyemizdir, hayırlısı olsun!

Lakin ben tekrardan o meşhur nehir geçme hikayesine dönecek ve şu an eldeki iki aday üzerinden konuşacak olursam, Tufan Erhürman’ın bu geçişi hem daha zor, hem de çok daha çetrefilli bir yolculuğu gerektirecek cinstendir. En azından şu andaki şartlar için.

Üstelik yolun sonunda kaybedenin siyasi kariyerinin biteceğini de düşünürsek, yaş ve mevki bakımından Tufan Erhürman’ın daha büyük bir kaybeden olacağını söylemek yanlış olmaz.

Dün yapılan kurultayı “Tufan Hoca başkan olarak 3 dönemlik süresi dolmadan yaptılar, kılıfına uydurdular, hoca kaybederse CTP Başkanı olarak devam edecek” şeklinde değerlendirenler oldu.

Ancak Tufan Hoca bunun tam tersini söylemektedir. Kendi canlı yayınımdan biliyorum.

Dolayısıyla ben Ekim seçimini kaybederse “devam etmeyeceğim” sözünden döneceğini hiç düşünmüyorum.

Ersin Tatar içinse kaybetmek bir günlük üzüntüden başka bir şey anlamına gelmemektedir.

Hayatının sonuna kadar ofisi, maaşı, koruması ve çeşitli ayrıcalıkları olacak, orası kesin. Saygı, sevgi, itibar yönündense kimse adına karar veremem diyelim.

Öte yandan 1970 doğumlu, sadece 55 yaşında olan Tufan Erhürman’ın siyasetten kayıp gitmesini isteyen tarafta olmadığımı söyleyeyim.

Lakin eğer Türkiye 2020 seçimlerindeki pervasız müdahalesini tekrar edecekse o zaman Roma’nın düşmesi neredeyse imkansız hale gelir.

Tabii bu müdahalenin olup olmayacağı çok büyük bir şarta bağlıdır: Kıbrıs sorununun akıbeti!

Eğer Türkiye şu an izlediği Kıbrıs sorunu siyasetine devam etmek isteyecekse, o zaman Ersin Tatar kazansın diye harekete geçecektir.

Aksi olacaksa, Kıbrıs’ta federal senaryoya geri dönülecekse, o zaman seçimden uzak duracak, sonuç da büyük ihtimalle Tufan Erhürman yeni başkan olacaktır.

Bu denklem aslında bu kadar basittir.

Bunu engelleyebilecek tek şey önümüzdeki 200 günlük sürede Kıbrıs sorunundaki paradigmayı temelden değiştirebilecek bir çözüm şeklinin bulunması olur ki bu biraz da mucize olur.

Hoş, gelinen noktada öylesi bir paradigma içinde görev yapma hevesinde olanlar çokça olduğu için, CTP’nin kendi yolunda sapmalar da yaşanır mı onu da zaman gösterecektir.

Şurası kesin ama: Ersin Tatar, ne istediğini, nasıl istediğini bilmekte ve ona göre siyaset gütmektedir.

Tufan Erhürman ise ne istediğini, nasıl istediğini tam olarak ifade etmemekte, çeşitli örgülerle, uzun kelimelerle metne yaymakta, tutuk davranmaktadır.

Bu tutuk haline bazen haddimi de aşarak tepki gösterdiğimi bilmiyor değilim, biliyorum.

Bunun sebebi CTP’den beklediklerimle doğru orantılıdır.

Partinin üst yönetimiyle, tabanının tam olarak aynı frekansta olmadığını da biliyorum.

Ama o tabanın, adadaki iki bölgeli, iki toplumlu, siyasi eşitliğe dayanan bir çözüm modeline gönülden destek olduğunu da biliyorum.

Benden çok daha keskin çözümcüler, CTP için ‘çözümün lokomotifi’ tanımlamasını kullanmamı küfür sebebi sayarlar ama durum budur.

Gerçi son yıllarda pek de haksız değiller belki ama Rubicon Nehri tek başına geçilmez, bu geçiş ve sonundaki zafer, ancak ve ancak güçlerin birleştirilmesini gerektiren maharetli bir strateji sonucu gelir. Bunun da bir lokomotif gücü ve her biri değerli vagonları olmalıdır.

KKTC’nin var olan bilindik ve bayat siyasi habitatı yönünde siyaset yapmak başkadır, o habitatı daha iyi bir noktaya değiştirmek başkadır.

Bu bakımdan Tufan Hoca’ya, eğer Sezar olmaya karar verdiyse, düşen görev aynı amaç uğruna yürüyenleri birleştirmektir.

Aynı amaç uğruna diyorum yalnız, burası önemlidir.

Yoksa popülist bir dünyaya yelken açıp, UBP’den daha fazla ‘birlik’ kelimesi filan kullanılacaksa, ben orada yokum.

Dolayısıyla bence bu yolda yapılması gereken şey, federal çözüm tarafındaki siyasi oluşumlarla ittifaka girmek, bunu yaparken de mahallenin iri abisi rolünde değil, güçleri delege eden uzlaşıcı bir noktada olunmalıdır. Kucaklanacak esas kesim bu kesimdir. Tabii kucaklanacak olan kesimin de kendilerini deva aynasında görme lüksü yoktur.  

Tabii ittifak derken, bundan sonra yapılacak olan her türlü seçime de yansıyacak bir ittifaktan bahsediyorum, bir günlük işlerden değil.

Bu arada 3 yıl görevde kalacak olan Rum liderle daha göreve gelmeden girilen ‘suçlama oyunu’ tarzı bir yolu da hiç tasvip etmiyorum.

Çözüme olan ihtiyacımız 3 yıl değil 3 ay bile bekleyecek durumda değildir, bunu da not etmek isterim.

Haliyle suçlama oyunu yerine, onun ağzına pelesenk ettiği federasyon söylemini sürekli ve ısrarcı bir samimiyet testine sokmak, o söylemleri daha derinlemesine tartışmak bence çok daha doğru bir yoldur. Rum müzakere heyeti son derece ehil, siyaseti iyi bilen insanlardan oluşmaktadır. Özellikle de şu anki Dışişleri Bakanı iyi takip edilmelidir.

Düşünülmesi gereken bir diğer nokta da Kıbrıslı Türklerin federal çözüm isteğinin dünyaya duyurulması, bu yöndeki istencin kararlılıkla ortaya konulmasıdır. Bu da uluslararası ilişkiler/bağlantılar gerektiren bir konudur. CTP’de bu tarzdan bağlantılar fazlasıyla vardır, kullanılmalıdır.

Uluslararası kurum ve kuruluşlar, uluslararası basın, Kıbrıs sorununa bir kez daha ilgi gösterecek kıvamdadır, bu fırsat değerlendirilmelidir.

Kısacası kadim bir dostumun geçen günlerde uyarısını yaptığı gibi ‘kayıkçı kavgası’ yapmak bu şartlar altında doğru bir şey değildir.

Ha sırf kayıkçı kavgası olmasın diye susmak ve sinmek de doğru bir şey değildir.

Bu ve bunun gibi hassas dengeleri bulmaksa Jul Sezar komutana düşen görevdir.

Bu arada unutmadan, Rubicon nehrini geçen Sezar, Roma’ya doğru yürür.

Bunu duyan en büyük rakibi Pompeius Magnus (Pompey) ve ona yakın senatörler kenti terk eder, Sezar kazanır…

Sonra Sezar onu Yunanistan’a kadar takip eder ve en sonunda yener…

Çünkü zafer her zaman cesurlarındır…Ama öyle, ama böyle…


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Kıbrıs Postası’nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.