TDT fiyaskosu ve boş beleş tartışmalar...

Yayın Tarihi: 23/04/25 07:45
okuma süresi: 9 dak.
A- A A+

Türki Cumhuriyetlerin 4 Nisan’da Semerkant'ta AB ile imza ettiği deklarasyon, her bakımdan Kıbrıs Türk siyasi tarihine geçecek cinsten tartışmaları da beraberinde getirdi.

En son yazacağımı, en başta yazarak devam edecek olursam, bir daha, belki de bininci kez, KKTC’nin tanıtılma masalı serüveni fiyaskoyla sonuçlandı.

Ortada ne tanınma, ne tanıtılma ne de dikkate alma var. TDT, kendi çıkarları doğrultusunda uluslararası hukuk demiş, Türk dış politikası da büyük itibar kaybetmiştir.

Bu arada dün çıkan haberlere, TDT’nin Aksakallılar Konseyinin bu yılki toplantılarını KKTC’de yapma kararı aldıkları bildiriliyordu! Hani yarım elma, gönül alma işi gibi bir şey!

Ama ortada alınacak ne bir gönül, ne de başka bir şey kalmıştır! Ortada büyük bir enkaz vardır!

Devamla, 2020 seçimlerinin ardından eski ve bayat bir numara olarak yeniden piyasaya sürülen “Kıbrıs’ta ayrı bir devlet kurma” tezi böylece bir kez daha hayal kırıklığıyla sonuçlandı.

Zaten öyle olacağını biliyorduk ama bu kadar da feci bir şekilde biteceğini öngörememiştik diyelim!

Çünkü Türki Cumhuriyetler, AB Komisyonu Başkanı Von der Leyen ile imzaladığı deklarasyonda, BM’nin KKTC ve Türkiye için aldığı belki de en önemli iki karar olan 541 ve 550 sayılı kararlara da açıkça destek verdiler.

Bilmeyenler için hatırlatacak olursam, 541, 15 Kasım 1983’te ilan edilen KKTC’nin tanınmasını yasaklayan karardır.

550 sayılı karar ise, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünün yeniden tesis edilmesini vurgulayan Türkiye’yi işgalci olarak ilan eden ve aynı zamanda bugün hayalet şehir olarak anılan Varoşa’nın (Kapalı Maraş) BM yönetimine devredilmesini söyleyen karardır.

541 sayılı karar o günden beri yürürlüktedir ve 550 sayılı kararla birlikte diğer alından tüm kararlar, hem Türkiye hem de KKTC yönetimi tarafından yok hükmünde olan kararlar olarak kalmışlardır.

Türkiye’nin batılılaşma projesini berhava eden, belki de bitiren, onu otokratik, anti-demokratik bir Orta Doğu ülkesi kıvamına sokan Kıbrıs sorunu ve onunla ilgili alınan uluslararası kararlar, maalesef Türk halkının başındaki en büyük beladır.

Buna rağmen geçen gün mecliste bu konuyu tartışan KKTC siyasetinin sağ cenah temsilcileri, her şey çok açık ve net bir şekilde ortada olmasına rağmen halka yalan söylemeyi sürdürerek, “541 sayılı karar bağlayıcı değildir, Allah kelamı değildir” demişlerdir.

Neolitik çağlardan beri Kıbrıs tarihinde bu kadar uzun süre söylenen bir yalan görülmemiştir!

541 sayılı karar tam 42 yıl önce alınmış bir karardır ve o günden beri geçerliliğini korumaktadır.

42 yıldır Kıbrıs Türk halkını bir kafesin içine koyan, uluslararası hukuktan kopartan, izolasyonlar arasında yaşamaya mahkum eden, spor gibi en temel insan özgürlüklerini yaşamaktan alı koyan bir karar geçerli değilse, hangisi geçerlidir diye sormak lazımdır!

4 Mart 1964’te alınan BM-186 sayılı karar nasıl ki 61 yıldır adada tek bir legal entiteye işaret etmektedir; 541 sayılı karar da bu legal entiteye karşı tek taraflı ilan edilen ve yasaklanan devleti tanımlamaktadır!

Adada yıllardır sürdürülen iki bölgeli, iki toplumlu, siyasi eşitliğe dayanan federal çözüm modeli, tam da bu yasaklamanın sona erdirilmesi, aslında Kıbrıslı Türklerin de uluslararası tanınan bir ortaklık devlet kurma mücadelesinden başka bir şey değildir.

Konu aslında basittir: Ya ayrılıkçı olacaksınız, ya da birleştirici!

Ayrılıkçı olmak bizi ‘yasadışı ayrılıkçı entite’ noktasına sürüklemiştir.

Birleşmeyi istemekse kimilerine göre hainlik noktasına götürmüştür.

Çözüm isterseniz hainsiniz, istemezseniz vatanperver!

Öte yandan Türkiye basını son bir aydır Kıbrıs konusunda çeşitli iddialar ortaya atmakta, savlar öne sürmektedir.

Ulusal sol/sol çevreler tarafından ortaya atılan hemen tüm iddiaların ortak öznesi yıllardır değişmeyen bir slogandır: “Kıbrıs’ı satıyorlar!”

Komployu pek bir seven ulusalcı kesimlerin kötü bir plak gibi sürekli ortaya attığı bu slogan, kuşku yok ki çok büyük kesimlerin ilgisini çekmektedir.

Elbette bu söylem, muhalefetin genelinin diline pelesenk olmuş, iktidara karşı bir silah haline çevrilmiş durumdadır. İleride iktidar rolleri değişirse, yine çok kullanışlı bir retorik olabileceğini söylememe hiç gerek yok! 

Bu yüzden hemen her gece TV ekranlarında toplanan ve ‘güya’ Kıbrıs sorunu ‘uzmanları’, bu sorunu konuşmakta, çözüm isteyen Kıbrıslı Türkleri ve siyasi oluşumları da “Amerikan uşağı, emperyalizm tarafından kandırılmış Rumcular ya da AB’nin paralı memurları” gibi şeylerle itham etmektedirler.

Bir diğer ‘toplanmalar’ da iktidara yakın havuz medyası kanallarında yaşanmakta, orada da Kıbrıslı Türkler ‘dinsiz’ ‘imansız’ ‘domuz eti yemek isteyenler’ olarak anlatılmakta, türlü hakaretler edilmekte, hedef gösterilmektedir. 
Velhasıl, ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranamayan Kıbrıslı Türkler, bu yukarıda anlattığım kesimler tarafından ya yeterince Türk, ya da yeterince Müslüman görülmemektedir.

Sanki bu arkadaşların elinde bir ölçüm cihazı vardır da o cihaz marifetiyle yapılan ölçümlerden sınıfı geçemedik gibi saçma bir şey!

Kaldı ki, bu satırların yazarı ve onun gibi binlerce kişinin, bir şey ispatlamak gibi bir yükümlülüğü hiç yoktur. Asla da olmayacaktır! Ne münasebet!

Yine bu çevrelerin koro halinde ortaya attığı bir diğer slogan olan “Kıbrıs kırmızı çizgimizdir” lafı da, Kıbrıslı Türkleri yok sayan, iradesini ayaklar altına alan, hiçleştiren bir söylemdir.

Tabii ki kimsenin kırmızı çizgisi değiliz! Haliyle kırmızı çizgi filan hiç değiliz!

Kıbrıs ve Kıbrıs Türk halkı sizin kendi içinizde sürdürdüğünüz iktidar kavgalarının mezesi olmamalıdır.

Bu tartışmalar Kıbrıs Türk halkının iradesinden ya da hayallerinden de değerli değildir.

Ama gelin görün ki, Kıbrıs Türk halkının arasında hatırı sayılır miktarda iş birlikçi kişi ve jurnalci siyasetçiler vardır.

Tek görevleri adanın kuzeyindeki yapının kendi ayakları üzerinde durmasını engellemek olan bu güruhlar sisteme göbekten bağlıdırlar. Onların seçtiği jurnalci siyasetçilerin de tek derdi, kendilerine ve zümrelerine çıkar sağlamaktan başka bir şey değildir. 

Bugün içinden cerahat akan, tam bir suçlu cennetine çevrilen, meclisinde karar para aklama yasaları uçuşan bu sistem, kuşku yok ki bu iş birlikçiler sayesinde ayakta durmaktadır. 

Haliyle bunların adada çözüm ya da yeniden birleşmeye karşı bir pozisyonları vardır ve maalesef şu ana kadar elbirliğiyle bu görevlerini layığıyla yerine getirmişlerdir.

Gelinen nokta, Kıbrıs Türk halkının yok oluş noktası, bitme anıdır.

Bu yüzden de çözümün gerekliliği bir öngörü değil, hayati bir şarttır!

Umarım son günlerde yoğun duyduğumuz yeni plan söylentileri gerçek çıkar da en azından umut edecek bir şeyimiz olur!

Çünkü çözümden, uluslararası hukuktan uzak Kıbrıslı Türklerin kaybedecek bir dakika bile zamanı yoktur.

Eğer böyle giderse, yakın zamanda kaybedecek bir şeylerinin kalmayacağı da uzak bir ihtimal değildir...

(Yine de 2 yıl önce yazdığım ve TDT konusunda bugün gelinen noktayı anlatan makale burada: https://www.kibrispostasi.com/c1-KIBRIS_POSTASI_GAZETESI/j227/a40747-fiyasko-kktc-dream-ve-birtakim-tespitler)

(Ayrıca ek olarak sevgili dostum Muhittin Özsağlam hocanın dünkü yazısının linkini de buradan paylaşmak isterim...

https://www.kibrispostasi.com/c1-KIBRIS_POSTASI_GAZETESI/j251/a42182-semerkant-zirvesi-bir-surecin-sonucudur)


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Kıbrıs Postası’nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.