Doğu Akdeniz’deki ‘apse’, cesaret ve yoldaşlık...
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barack’ın geçen Pazar günü Kathimerini’ye verdiği röportajda sarf ettiği sözler ada gündemine bomba gibi düşmüş durumda.
Göreve geldiği günden beri sürekli çarpıcı açıklamalara imza atan, Amerikan kamuoyunda “Orta Doğu valisi” olarak anılan ve kökleri Lübnan asıllı bir Maronit olan Barack’ın adını ilerleyen günler ve aylarda daha da çok duyacağız diye düşünüyorum.
Tam da buna emare olarak Barack’ın son açıklamaları aslında bir gerçeğin yeniden onaylanmasından başka bir şey değildir.
Nedir o?
Türkiye ile Yunanistan’ın arasında bir dostluk ya da iş birliği yapılacaksa, bunun en hayati şartının Kıbrıs sorununun ortadan kaldırılması olduğudur.
Tam da bu yönde Barack, Kathimerini’ye demecinde Amerika’nın Yunanistan ile Türkiye’yi yeni bir bölgesel düzende birbirine bağlayacak köprü olmayı ve aynı zamanda “Kıbrıs’la ilgili apseyi” iyileştirmeyi istediğini söylemiştir.
Apse elbette tıbbi bir terimdir. Genellikle bakteriyel enfeksiyonların vücutta bir bölgede birikerek oluşturduğu, irinle dolu iltihaplı bir kesedir.
Bu durum, bağışıklık sisteminin enfeksiyonla savaşması sonucunda ortaya çıkar ve bölgeye gönderilen beyaz kan hücreleri, bakteriler ve ölü dokular irini oluşturur.
Apsenin ‘vikipedik’ basit tıbbi anlamı budur ancak Barack’ın siyasal duruma yönelik benzetmesi ve yarattığı etki bayağı komplikedir.
Zira Kıbrıs soru denen ‘apse’, sadece Kıbrıslı Türkleri kafese kıstırmakla kalmamış, Türkiye’nin 200 yıllık batılılaşma projesini zehirleyen, bitme noktasına getiren bir kansere dönüşmüştür.
Bu tanımlamalar elbette sadece benim kullandığım bir tanımlama değildir, bir çok siyasi analist, daha önce bu türden yorumları çokça yapmıştır.
Nitekim bunun en taze örneği, daha dün açıklanan Avrupa’nın yeni güvenlik formülü SAFE konusunda yapılan başvurularda kendini göstermiştir.
Buna göre, 19 ülke SAFE için başvurusunu yaparken, Türkiye, hem Yunanistan hem de Kıbrıs Cumhuriyeti’nin vetosu nedeniyle başvurusunu yapamamamıştır. AB dışından Kanada, İngiltere ve Güney Kore (son ikisi kısmi olarak) başvuruları yaparken, daha hafta sonu çıkan haberlerde dünyanın en büyük savunma sanayisi şirketleri arasında giren Türk savunma şirketleri, bu önemli oluşuma siyasi sorun nedeniyle dahil olmaktan uzaktır.
Pek tabii ki bu durumdan etkilenen sadece Türk tarafı da değildir. Yunanistan, Türk tehlikesini öne sürerek Ege adalarını silahlandırmış, Kıbrıs Cumhuriyeti de yine aynı tehdidi öne sürerek, türlü askeri iş birliklerine kapısını açmıştır.
Bu ne demektir?
Bu, bir barış denizi olması gereken Ege ve Doğu Akdeniz’i, tam tersi bir şekilde silah deposuna döndürmeye başlamıştır.
Kuşku yok ki film etimolojisi üzerinden gidip o meşhur benzetmeyi yapacak olursak, Anton Çehov’tan alıntıyla, bir sahnede görülen silah en sonunda patlar!
Yani bölgedeki bu durum, eninde sonunda patlayacak bir duruma doğru illa ki everilir!
Bunun yerine olması gereken şey bellidir: Siyasi bir çözüm!
Barack’ın bahsettiği ‘apsenin iyileştirilmesi’ buna işaret eden bir açıklamadır.
Elbette konunun bu şekilde gündeme gelmesi, makalenin başında da bahsettiğim üzere ada gündemine bomba gibi düşmüştür.
Pazartesi günü adanın kuzeyinde yayımlanan gazetelerin başlıklarını “Adaya Trump planı” şeklinde ifadelerle yansımıştır.
Güneydeki gazeteler ve bilindik yazarlar da bu konuyu köpürte köpürte yazmaya başlamıştır.
Mesela Filelefteros’un başyazarı Kostas Venizelos, böylesi bir planı “tehlike” olarak gördüğünü, ABD’nin Kıbrıs sorununu çözmeyi bir “gereklilik” olarak görmekten öte “engel” olarak niteleyerek, bunu ortadan kaldırma niyeti olarak anlatmıştır. Venizelos’a göre ABD, bunu yaparken “Türkçü” bir tavırla davranıp, Rum çıkarlarına darbe vuracaktır.
Fakat bence gözden kaçırdığı şey, adanın güney açıklarında petrol ve doğal gaz arayan ABD’nin dev şirketleri Exxon ve Chevron’un varlığıdır.
Daha büyük resimde, aynı Exxon’un, 40 yıl sonra Adriyatik denizinde aynı yönde çalışmalar yapmaya başlayan Yunanistan ile yaptığı anlaşmayı da gözden kaçırmaktadır.
Yine bunlara ek bilgi olarak, Girit adasının güneyindeki parsellerde aynı yönde bir anlaşmanın kotarılmasının an meselesi olduğunu, bunun da tartışmalı Libya-Türkiye deniz yetki alanları mutabakatıyla çatışması durumunu da ekleyebiliriz.
Kısacası ABD, kendi siyasi çıkarının yanı sıra, kendi şirketlerinin de sorunsuz bir şekilde iş yapmasını düşünmektedir. Bu yukarıda saydığım işlerin önündeki en büyük engellerden birisi Kıbrıs sorunudur!
Bu noktada özellikle adanın güneyi ile birlikte tüm Doğu Akdeniz havzasının zenginliklerinin Türkiye üzerinden aktarılacak olması bir başka coğrafi zorunluluktur. Bu işin ortasındaki ada olan Kıbrıs’ın ise, tam bir ‘enerji hub’ına dönüşmesi de ayrı bir coğrafi zorunluluktur.
Uluslararası finans kapitalin, 80 kilometrelik boru hattı yerine, 20 milyar dolara patlayacak, bakımı ve lojistiği felaket zor olan neredeyse 2 bin kilometrelik bir boru hattı inşa etmesi ekonomik akıldan uzaktır, imkansızdır.
Özetle Kıbrıs sorununun çözümü hem enerji, hem de bölgesel anlamda güvenlik konuları yüzünden zaruri bir durumdur, şarttır.
Türkiye-Yunanistan, Türkiye-AB, Türkiye-ABD ilişkilerinin geleceği açısında kritiktir, hayatidir.
Tüm bunlar Kıbrıs adasının kuzey ve güneyinde mutlu mesut hayatını sürdüren siyasi yapılanmaların kişisel ya da zümresel çıkarına bağlı bir durum değil, bilakis, bölgenin diğer aktörlerinin ulvi çıkarlarını direk etkileyen bir uluslararası sorunun bir parçasıdır.
Konunun toplumlararası özünde yatan taraflar elbette adanın aktörleridir. Ve evet, bu bağlamda bu içteki aktörlerin konuya tazyiki doğal olarak daha azdır.
Son dönemde ‘özne olmaktan’ çok uzaklaştırılan ve tamamen Türkiye’nin güdümüne giren Kıbrıslı Türklerin etkisi belki de en azdır ama bu yokuz anlamına gelmez, gelmemelidir.
Benzetme yapacak olursam, efsanevi üçleme Yüzüklerin Efendisi filmindeki en güçsüz kahramanlar olan Frodo ve Sam’in görevi yüzüğü yok etmektir.
Ne yeterli kılıç kullanabilen, ne at sürebilen, ne de başka savaşçı vasıfları bulunmayan bu iki Hobbit’in filmdeki varlığını, şu an Doğu Akdeniz’de bulunan duruma uyarlamak mümkündür.
Tolkein’in hayal kahramanlarının en büyük özellikleri cesaret ve yoldaşlıktan başka bir şey değildi.
Burada da ihtiyacımız olan şey en başta cesaret, sonrasında da çözüm için ortaya konulması gereken yoldaşlıktır. Bunu iki taraf adına da söylüyorum.
Yoksa bir 60 yıl daha, tabulara ve hamasete takılıp kalır, yok olmaya devam ederiz...
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.