Mektup masumiyeti
De Profundis adresine ulaşamamış ama dünyaya ulaşmış bir mektuptur. Öyle ünlü bir mektuptur ki, uçurumun dibinden bir haykırışı içeren ve ünü kendini aşarak zamana meydan okuyan, bugüne kadar gelmiş bir mektuptur.
Mektup böylesine masum bir zaman yolcusudur aslında. İçinde ne taşıdığına bakmaksızın iletir, zamanın ötesine geçer.
De Profundis’in yani bu mektubun kitap baskısı yapılmasaydı, tıpkı Franz Kafka’nıneserleri gibi onu da bilemezdik, tanıyamazdık. En azından bu eser eksik kalırdı. Mektubun yazarı Oscar Wilde. Ya da uzun adı ile Oscar Fingal O’Flahertie Wills Wilde. İrlanda doğumlu bir İngiliz. İğneleyici üslubu ile büyük başarı elde etmiş ancak ahlak dışılıkla suçlanarak cezalandırılmış, Paris’te köhne bir otelde ölmüş, dünyaca ünlü bir 19. Yüzyıl yazarı. Özellikle Victoria Dönemi Britanya’sının en başarılı ve en ünlü yazarlarından biri. Romanları kadar, oyunları, kısa öyküleri ve şiirleri de ün kazanmış olan yazarın, Reading Hapishanesi’nden dostu Alfred Douglas’a yazdığı ve “uçurumun dibinden” yazdığı vurgusunu içeren hazin mektubu, dostuna hiç ulaşmasa da, kitap olarak basılıp edebiyat dünyasına kazandırıldı. De Profundis adresine ulaşamamış bir mektup.
Üstelik mektubun kitabına, yazarın dostu ve hayranı, aynı zamanda Nobel Ödüllü yazar Andre Gide’nin önsözü var ki, mektup kadar değerli olduğunu söyleyebilirim. İnanın De Profundis hissi, sıradan bir dalışta bulduğumuz bir midyeden inci çıkması gibidir. Okuyanlar bilir. Oscar Wilde; çağımızın insanlarını kendi döneminden değerlendirirken bile kışkırtıcıydı: “İnsanlar aptallıkları ile değer görecekler, sadece aptalların önemsediği bir çağ olacak bu” ifadeleri de bu içten kışkırtmanın tanığı.
Yıllar öncesi zamanlar için özellikle 70’ler ve öncesindeki hayatlarda hatta önceki yüzyılda mektup sadece bir ileti değildi. Aynı zamanda insanların duygularını yüklediği ve beraberinde dilin gücünü aktardığı paylaşımlardı. Özellikle de yazarların!
Oscar Wilde’ın bu mektubu, muhteşem yükselişi gibi dik olan trajik düşüşü ve Paris’teki hüzünlü vedasından az önce yazıldığını düşünürsek De Profindis, başlı başına bir önem kazanır. Oscar Wilde ölümünden sadece 3 ay önce bu mektubu yazmış ve Andre Gide bu mektuba ön sözü ise daha bir yıl geçmeden hazırlamıştır. Arkadaşı Lord Alfred Douglas okuyamasa da mektup, De Profindis, yazarın son eseridir. Öyle ki, bir yazar, yaşamı ile de anılır ancak, Wilde’ın zirvede olduğu günler boyunca ürettiği değerli eserleri, kendisi çöküş yaşadıysa da aynı değerlerini koruyan bir durumdadır.
Tıpkı bir başka mektup grubu gibi. Babasına yazdığı ve onun da ölümünden sonra, diğer tüm eserleri gibi yok etmesi için verdiği arkadaşı Max Brod’un yok etmeyerek yayımladığı; modern dünyanın ikonik ve özgür yazarı Franz Kafka’nın mektupları gibi. Hem babasına yazıp hayattayken veremediği adresine ulaşamamış bir mektup ve sonra kitap olarak yayınlanan “Brief an den Vater” hem de aşkı Felice Bauer ve yasak aşkı MilenaJesenka’ya yazdığı mektuplar, edebiyat dünyasının en değerli eserleri arasındadır.
*
Moğol, Roma, Çin ve Pers kavimlerinden önce Mısır’da, Firavunların devletle ilgili bilgileri iletmek için kullandıkları kurye türü faaliyet, milattan önce 2400 yılına uzanan ve kimi kaynaklarda en eski olarak kabul edilen mektup ve mektuplaşmadır. Elektronik çağa ve bilgisayar ya da yazılım temelli iletilere kadar, sadece resmi ve bilgilendirme nitelikli yazışmalar değil, tüm özel ilişkilerin de mesafeleri aşan iletişim şekli mektuptu. Bu bireysellik dışında diğer bir değeri ise edebiyata önemli eserler olarak geçen bir tür olmasıdır.
“De Profundis” ya da “Brief an den Vater” gibi “Hapis adam için her mektupta gelen bir hürriyet parçası vardır” diyen büyük yazar Nazım Hikmet’in mektupları da önemli araştırma ve çalışmalardan sonra kitaplaşmış ve Türk Edebiyatı’nın baş yapıtları arasındaki yerini almıştır.
Kimilerini eşine, aşkına, arkadaşına, kimilerini annesine, bir yazar dostuna ya da teyzesine, kimilerini ise dünyanın bir ucunda mücadelede bulunan, mücadele lideri ve halklarına yazan Nazım Hikmet, bu mektuplarda; kah derdini, neşesini, hasretini ya da hayallerini; kah yol gösterici bir mücadele kılavuzluğu ya da bir kültür tartışmasını aktarmıştır mektupları aracılığı ile. Bunu yaparken ise özelde mektubun ulaştığı adresleri ama genelde bizleri, şiirlerinden mahrum bırakmamıştır.
Eşi Piraye’ye “ne güzel şey hatırlamak seni” diye duygularını şiirle aktardığı mektuplarından, “Râşid Evladım” diye hitap ettiği Orhan Kemal’e yazdığı mektubuna; hürriyeti kendi elinden alınmış olmasına karşın “ümitli ve iyimser olun” diye mektubunu bitirdiği arkadaşı Kemal Sülker’e yazdığı mektuba veya “beni bir kere ölmüş farz etsen, acısına bir kere katlanmış olursun ve her acı gibi bu da geçer, sonra alışırsın. Acılara ancak hapiste alışılamıyor. Hapiste insan hiçbir şeyi unutamıyor. Halbuki dışardaki insanlar için unutulmayacak acı yoktur” satırlarıyla annesine yazdığı mektupla, durumunun annesinde yarattığı acıya duyduğu üzüntüyü zamanlar ötesine taşıması gibi.
Mektup fark edemeyeceğimiz kadar, “alan trajedisidir”. Öyle ki, içinde hüzün ya da mutluluk, kavuşma ya da hasret, aşk ya da nefret veya mücadele olsun, dünden gönderilen bir zamanda yolculuk gibidir mektup.
*
“Fidel, dünyanın başka ülkeleri benim mütevazı çabalarımın yardımını istiyor. Ben senin Küba’ya olan sorumluluğunun sana imkan vermediği şeyi yapabilirim. Ayrılmamızın zamanı geldi.”
Bu ifadeler Che Guevara’nın “dünya gözüyle” bir daha görüşemeyeceği, mücadele, silah, dava arkadaşı Fidel Castro’ya yazdığı veda mektubunda yer alır. İlkeli bir duruş, cesaret, kahramanlık gibi değerleri içeren bu veda mektubu, öte yandan yine bir “alan trajedisi” vedaydı. İki yürekli insanın vedası. Üstelik tek bir mektupta.
Mektuplar yazılır zaman zaman, gideceği adresler bellidir. Kime gideceği de öyle. Ama aynı mektuplar zamanı, mekanı aşar bazen. Evrenselleşir hatta. Üstelik adreslerine ulaşmadan, ulaşamadan. Bazense bir veda mektubu yazıldığında, kendi zamanının utancını hatırlatır on yıllarca insanlığa. “Dirimden korkmayacaktınız ama milletle el ele verip ölümüm sizi silip süpürecek. Ama buna rağmen merhametim sizlerle. Sizlere dargın değilim” sözlerini içeren Adnan Menderes’in veda ettiği mektubu gibi.
Ünlü Rus yazar Dostoyevski’nin babasına, Arthur Rimbaud’un Paul Verlaine’ye, Napoleon’un Josephine’e yazdığı mektuplardaki hasret, öfke, dostluk gibi birçok duygunun zamanı aşıp bize ulaşması ya da aradığı huzuru bulduğunu anlattığı mektubunda “Beni sakin gördüğünüze şaşırmıştınız. Bu dinginlik sizden geliyor” ifadelerine yer veren muhteşem yazar Victor Hugo’nun Juliette Drouet’e yazdığı mektubunda aşkın tutkuyla harmanlanıp bunu en derin şekilde anlamamız gibi.
*
Mektuplar bir anlamda bireylerin satırları olmakla kalmaz, kendi zamanlarının tanıkları da olurlar. Duygu ve düşüncelerin kayda geçtiği satırlar, bir dönemi, bir toplumu, ihtiyaçları, yaşayışları hatta düşünme ve davranma modellerini de taşırlar. Üstelik bu kadar önemli değerleri taşıdıklarından habersizce ve masumca.

Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.