İşte o yazı: PKK ve Türkiye

Yayın Tarihi: 14/05/25 07:30
okuma süresi: 19 dak.
A- A A+

Bugün, tarihsel bir yolculuk ve çözüm sürecinin psikolojik dinamiklerini paylaşacağız. Bu yazı bu nedenle başlıklar altında devam edecek.

Büyük Grubun Yaraları: Türkiye’nin modern tarihindeki en sancılı meselelerinden biri olan PKK (Kürdistan İşçi Partisi) ile mücadele ve çözüm süreci, sadece siyasi ve askeri bir sorun değil, aynı zamanda toplumsal travmaların derinleştiği bir büyük grup sorunudur. 1980’lerden bu yana, hem devlet hem de PKK cephesinde yüzyıllık birikimlerin, acıların ve önyargıların yansıdığı karmaşık bir şiddet sarmalı yaşanmıştır.

Bu makale, tarihsel dönemlerin bir mukayesesini yaparak, PKK meselesine dönüm noktalarını incelemekte; annelerin acıları, büyük grup travmaları ve çatışma dinamiklerini ele almaktadır.

Politik Psikoloji dehası olarak anılan ve çalışmalarına devam eden, 5 kez Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmiş ve dünyada psikanaliz dalında önemli çalışmaları ve katkıları olan kişi verilen en büyük ödül olarak "Mary Sigourney Ödülü" sahibi, Kıbrıslı Türk Prof. Dr. Vamık C. Volkan’ın büyük grup psikolojisi ve "delikli peynir" metaforu perspektifinden yola çıkarak, çözüm sürecinin umutları ve engelleri üzerine derinlemesine bir analiz sunulacaktır.

1980’ler ve Kanlı Başlangıç: PKK’nın 1984 yılında ilk silahlı eylemini gerçekleştirmesi, Türkiye’de yeni bir dönemin başlangıcı oldu. 12 Eylül darbesinin yarattığı baskı ortamı, Kürt kimliğine dair hak taleplerinin iyice bastırıldığı bir zemin oluşturdu. PKK, bu ortamda Marksist-Leninist bir ideolojiyle ortaya çıkmış, kendini özgürlük mücadelesinin bir sembolü olarak sunmuştu. Ancak şiddetin bir aracı olarak benimsenmesi, on binlerce insanın hayatına mal olan kanlı bir dönemi başlatmıştı.

Bu dönemde devletin yanıtı, ağırlıklı olarak askeri operasyonlar ve kontrgerilla faaliyetleri üzerinden oldu. Koruculuk sistemi gibi yapıların kurulması, yerel halkı PKK ile devlet arasında zor bir tercih yapmaya zorladı. Büyük grup psikolojisi perspektifinden bakıldığında, bu baskı travmanın kuşaktan kuşağa aktarılmasına yol açtı. Kürt kültürü ve dili kamusal alanda baskı altına alınırken, sosyal ayrışma giderek artıyordu.

12 Eylül cuntasının darbesinin ardından, Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan insanlık dışı uygulamalar, PKK’nın tabanını genişletmesine yol açan faktörlerden biri oldu. İşkenceler ve ağır insan hakları ihlalleri, bireylerin yalnızca devlete değil, büyük ölçüde "öteki" olarak gördükleri topluma karşı bir öfke biriktirmelerine neden oldu. Bu dönemin izleri, Kürt kimliğinin geleceğini şekillendiren travmatik bir tarih yazdı.

1990’lar ve Şiddetin Zirvesi: 1990’lar, PKK ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasındaki çatışmanın en yoğun olduğu dönemdir. Bir yandan şehir merkezlerinde bombalama eylemleri ve sözde "misilleme" adı altında sivil kayıpları artarken, diğer yandan köy boşaltmalar ve faili meçhul cinayetler bu yıllara damgasını vurdu. Devlet eliyle kontrgerilla faaliyetlerinin yoğunlaştığı bu dönemde, terörle mücadele politikaları yer yer insan hakları ihlalleriyle gölgelendi.

Bu yıllarda, binlerce köy boşaltıldı ve milyonlarca insan zorla göç ettirildi. Büyük kentlere gelen bu göç dalgası, hem ekonomik hem de toplumsal dengeleri altüst etti. Gettolaşan Kürt mahallelerinde kimlik aidiyeti daha da güçlenirken, Türk milliyetçiliği kentlerde yükselen bir dalga haline geldi. Bu ayrışma, "birlik" kavramını zedeleyen kırılmalara neden oldu.

Annelerin acıları bu dönemde daha belirgin bir hale geldi. Doğu’da dağa çıkan yaşamdaki belirsizlik içinde kaybolan evlatların yası tutulurken, Batı’da asker anneleri evlatlarını bayraklarla toprağa verirken hüzünle yoğunlaşıyordu. Bu çatışma, iki tarafın birbirini "düşman" olarak kodladığı, toplumsal hafızada yer eden derin bir yarık oluşturdu. "Öteki" algısı, toplumu birleştirici değil, ayrıştırıcı bir unsur olarak kökleşti.

2000’ler ve Barışın İlk Filizleri: 2000’li yıllar, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirilmesiyle yeni bir döneme girdi. PKK, dağıtılamasa da şiddet eylemlerinin yoğunluğu azalmıştı. Bu yıllarda Avrupa Birliği uyum süreçleri kapsamında Kürtçe diline ve kültüre dair bazı haklar tanındı. TRT Kurdî gibi adımlar, devletin kültürel tanıma yönelik sembolik jestleri olarak algılandı.

Ayrıca "Kürt açılımı" olarak adlandırılan süreçte, siyasi temsil anlamında Kürt hareketi daha fazla görünürlük kazandı. Ancak bu dönemde de şiddeti tamamen sona erdirecek yapısal adımlar atılamadı. Toplumun çeşitli kesimlerinde artan kutuplaşma, çözüm sürecinin altını oyan psikolojik bariyerlerden biri oldu. Büyük grup kimliklerinin farklılaşan "biz" ve "onlar" algısı, süreklilik arz eden bir engel yarattı.

AKP Dönemi ve Çözüm Süreci: 2013 yılında ilan edilen çözüm süreci, PKK ile devlet arasındaki en ciddi diyalog girişimlerinden biriydi. Sözde Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla başlayan çatışmasızlık dönemi, hem Batı’da hem de Doğu’da umutla karşılandı. Sürecin en dikkat çekici özelliklerinden biri, Kürt kimliği ve kültürüne yönelik geçmişteki inkâr politikasından farklı bir yaklaşımın benimsenmiş olmasıydı. Bu elbette insan haklarını daha yakın bir bakış açısıydı.

AKP’nin Çözüm Sürecindeki İlerlemesi ve Barışa Katkıları: AKP, Kürt meselesini sadece askeri bir sorun olarak görmemekle birlikte, bu sorunun toplumsal ve kültürel boyutlarını da ele almayı hedefledi. Bu bağlamda, AKP'nin barış süreci için izlediği strateji, toplumun geniş bir kesimiyle çözüm sürecine dair umutları yeşertmeyi amaçlayan bir dizi adım içeriyordu.

Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, çözüm sürecinin en önemli savunucularından biri oldu. 2013’te başlayan bu süreçte AKP, PKK ile müzakere etmek için bir dizi diplomatik girişimde bulundu. Bu, devletin daha önceki politikalarından farklı bir yaklaşım sergileyerek, PKK ile doğrudan müzakerelere girilmesini içeriyordu. Aynı zamanda, 2013 Nevruz’unda Abdullah Öcalan’ın yaptığı barış çağrısı, çözüm sürecinin başlangıcı olarak kabul edildi.

AKP’nin barış süreci ile ilgili çabaları, sadece siyasi temsil anlamında Kürt hareketine karşı daha görünür bir alan yaratmakla sınırlı kalmadı. Aynı zamanda, Kürtçe'nin devlet televizyonu tarafından yayınlanmasını sağlamak gibi adımlar, devletin Kürt kimliğine ve kültürüne verdiği önemin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. TRT Kurdî gibi adımlar, bu çabaların kültürel açıdan da bir anlam taşıdığını gösterdi. Ancak sürecin kırılgan doğası, politik hesaplaşmalar ve karşılıklı güvensizlik nedeniyle sürdürülebilir bir barışa evrilemedi. 2015 yılında çözüm sürecinin sona ermesiyle birlikte, çatışmalar yeniden alevlendi ve toplumdaki yarık daha da derinleşti.

Siyasi ve Psikolojik Stratejiler: AKP’nin bu süreçte en dikkat çekici yönlerinden biri, barışa dair sadece siyasi çözümler üretmesi değil, aynı zamanda toplumsal kabulü sağlamak için psikolojik stratejiler geliştirmesidir. Prof. Dr. Vamık Volkan’ın büyük grup psikolojisi ve toplumsal travmalar üzerine geliştirdiği teoriler de bu bağlamda oldukça önemli olmuştur. Barış süreci, bir yandan toplumda ortak bir hafızanın inşa edilmesini sağlamakta, bir yandan da halkın farklı gruplarının birbirini anlamasına zemin hazırlamaktadır.

Çözüm süreci sırasında yapılan bazı önemli toplantılarda, çözüm önerilerinin daha geniş bir psikolojik ve sosyal temele oturtulması için Dr. Volkan’ın katkıları ele alındı. Bu toplantılarda, dönemin devlet yetkilileri ve birçok akademisyen yer aldı. Katılımcılar arasında, dönemin Başbakanlık görevini yürüten Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın çalışma arkadaşları, önemli bürokratlar ve akademisyenler bulunuyordu. Bugünün MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) Başkanı olan İbrahim Kalın, dönemin Başbakanlık Başdanışmanı olarak bu sürecin en önemli isimlerinden biriydi. Kalın, Dr. Volkan’ın önerilerine büyük bir önem verdi ve özellikle büyük grup psikolojisinin, çözüm sürecindeki önemli engelleri aşmak için nasıl kullanılabileceğine dair hassasiyetle fikirler sundu. Ayrıca, toplumsal barış ve güven inşası adına çok sayıda strateji geliştirilmesinde katkıda bulundu. Kalın, toplumsal uzlaşı sağlamak için devletin attığı adımların toplumun her kesiminde kabul görmesi gerektiğini savunuyordu.

Bu bağlamda, Kalın’ın hem devletin dış politikası hem de iç politikası için önerdiği stratejiler, Volkan’ın psikolojik analizleriyle birleşerek, çözüm sürecinde önemli bir yapı taşı oluşturdu. Hem Türk hem de Kürt toplumu için güvenli bir ortam yaratılması gerektiği üzerinde durdular. Bu noktada, Vamık Volkan’ın büyük grup kimlikleriyle ilgili teorileri, karşılıklı güvensizliğin ortadan kaldırılması için kullanılan anahtar unsurlar oldu. Elbette politik nedenler bu süreci Dr. Volkan’ın teorilerinden çok uzaklaştıracaktı.

Bu süreçte, özellikle dönemin Başbakanlık Başdanışmanı İbrahim Kalın'ın ve AKP'li bazı önemli siyasetçilerin katkıları da çok önemliydi. Sırrı Süreyya Önder gibi isimler, sürecin öncülüğünde önemli bir rol oynadılar. Önder, AKP ile PKK arasında köprü vazifesi görmüş ve müzakerelere katılan isimlerden biri olmuştur. Aynı zamanda, çözüm süreci esnasında ve daha sonraki dönemde bu sürecin halk nezdinde kabul görmesi adına oldukça aktif bir rol üstlenmiştir.

Sürecin başlangıcındaki en büyük adımlardan biri, İbrahim Kalın’ın psikolojik açıdan çözüm sürecinin toplumda kabul görmesi için attığı adımlar olmuştur. AKP, sadece iç politikada değil, aynı zamanda dışarıda da bu süreci meşrulaştırmak için diplomatik girişimlerde bulunmuş, çözüm sürecini hem iç hem de dış kamuoyunda gündemde tutmaya çalışmıştır.

Delikli Peynir Metaforu ve Büyük Grup Travması: Vamık Volkan’ın "delikli peynir" metaforu, toplumsal travmaların büyük grup kimliklerine nasıl işlendiğini anlamak için önemli bir çerçeve sunar. Volkan, her toplumun tarihindeki travmaların, bir peynirin delikleri gibi, kolektif hafızada boşluklar ve yaralar bıraktığını belirtir. Bu delikler, hem bireylerin hem de grupların geçmişle yüzleşmeden ilerleyemediği, çözülmemiş sorunların geleceği etkilemeye devam ettiği bir döngüyü temsil eder.

Türkiye’deki Kürt sorunu ve PKK meselesi, bu delikli peynir metaforunun canlı bir örneğidir. Diyarbakır Cezaevi’nde 80 ihtilali ile yaşanan işkenceler, faili meçhul cinayetler, köy boşaltmalar ve zorunlu göçler gibi olaylar, hem Kürtlerin hem de Türklerin hafızasında derin boşluklar oluşturmuştur. Bu boşluklar, sadece geçmişin bir parçası değil, aynı zamanda günümüz politikalarının ve toplumsal algılarının da bir yansımasıdır. Çözüm süreci, bu boşlukların doldurulması ve toplumun bir bütün olarak geçmişiyle yüzleşmesini sağlama potansiyeli taşıyordu. Ancak bu süreç, toplumsal uzlaşı için gerekli olan güven ve empatiyi tam olarak sağlayamadı.

Vamık Volkan'ın "psikolojik duvar" kavramı ise, toplumsal travmaların ve büyük grup kimliklerinin bireylerin zihinsel süreçleri üzerindeki etkilerini anlamak için önemli bir perspektif sunar. Volkan’a göre, psikolojik duvarlar, bir grubun geçmişteki travmalarını ve acılarını, diğer gruptan kendisini ayıran duvarlar olarak inşa etmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bu duvarlar, sadece fiziksel sınırlar değil, aynı zamanda zihinsel, duygusal ve kültürel bariyerlerdir. Türkiye'deki Kürt-Türk meselesi, tam da bu psikolojik duvarların varlığını çizen bir örnektir. PKK ile Türk devleti arasındaki yıllarca süren çatışmalar, her iki grubun da birbirini düşman olarak algılamasına neden olmuş, böylece toplumsal bir psikolojik duvar inşa edilmiştir. Bu duvar, sadece toplumsal yapıyı değil, aynı zamanda bireylerin birbirine olan bakış açısını da şekillendirmiştir. Her iki tarafın da kendisini "öteki" olarak tanımlaması, bu duvarın daha da kalınlaşmasına yol açmıştır. Barış süreci, bu psikolojik duvarları aşmayı ve her iki tarafın da travmalarını anlamalarını sağlamayı amaçlamaktadır. Ancak bu süreç, yalnızca siyasi çözüm arayışıyla değil, aynı zamanda toplumsal psikolojik iyileşmeyle mümkün olacaktır. Vamık Volkan’ın perspektifinden, psikolojik duvarların yıkılması, her iki grubun da geçmişle yüzleşmesi, acılarını kabul etmesi ve ortak bir gelecek inşa etmesi için bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Bu duvarın kaldırılması, toplumsal uzlaşıyı mümkün kılacak ve barış sürecinin sürdürülebilirliğini sağlayacaktır.

Annelerin Çığlığı ve İki Taraflı Acı: Bu süreçte, savaşın en ağır yükünü taşıyanların başında anneler geliyordu. PKK tarafından dağa çıkarılan çocukların anneleri ile şehit düşen askerlerin anneleri, görünürde birbirine zıt iki hikâyeyi temsil ediyordu. Ancak her iki tarafın da ortak noktası, savaşın tarifsiz acılarını evlatları üzerinden yaşamış olmalarıydı.

Büyük grup travması kavramı, bu acıların kuşaklar boyu aktarıldığını ve bireylerin ötesinde bir toplumsal yara haline geldiğini göstermektedir. Bir yanda evladını bir gün geri dönecek umuduyla bekleyen anneler, diğer yanda mezar başında ağıt yakanlar. Bu iki farklı yas biçimi, toplumun ortak bir zeminde buluşmasının önündeki en büyük psikolojik bariyerlerden biri haline geldi.

Çözüm Önerileri ve Barışa Giden Yol: Neler olması gerektiğini, psikolojik tarihi okumayı bilenler çok iyi bilirler. Ancak nelerin çözüme temel olamayacağını da bilirler. Çözüm sürecinin yeniden gündeme gelmesi ve bu kez kalıcı olması için birkaç kritik unsurun dikkate alınması gerekirken, bu sürecin PKK’nın silah bırakması ya da kendini feshetmesi ile olamayacağı da biliniyor. Peki ne gerekiyor?

  1. Geçmişle Yüzleşme ve Hakikat Komisyonları: Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan işkenceler ve faili meçhul cinayetler gibi olaylar, bağımsız komisyonlar aracılığıyla araştırılmalı ve kamuoyu ile paylaşılmalıdır.
  2. Toplumsal Diyalog Mekanizmaları: Yeri doldurulmaz bir figür haline gelen Merhum Sırrı Süreyya Önder gibi barışa katkı sağlayabilecek uydurma olmayan, gerçek figürlerin önderliğinde, toplumun farklı kesimleri arasında diyalog kanalları açılmalıdır. Bu mekanizmalar, konuya hakim kişileri ve ayrıca çatışma bölgelerinde yerel halkı da kapsamalıdır.
  3. Kültürel Tanıma ve Eğitim: Kürtçe eğitimin daha yaygın hale gelmesi, Kürt kültürüne dair farkındalık yaratacak projelerin desteklenmesi gereklidir.
  4. Annelerin İnisiyatifleri: Her iki tarafın annelerini bir araya getirecek platformlar oluşturulmalı, bu platformlar toplumsal barışa yönelik bir simge haline getirilmelidir.
  5. Ekonomik Kalkınma: Bölgenin ekonomik olarak kalkınması, işsizliğin azaltılması ve gençlere fırsatlar sunulması şiddet sarmalını kırmaya katkı sağlayacaktır.

Barışa Giden Yolun Sürdürülebilirliği: AKP’nin çözüm sürecindeki katkıları, hem Türk hem de Kürt halkları arasında daha derin bir anlayış ve empati oluşturulması adına önemli bir fırsat sundu. Sürecin kırılgan yapısı ve karşılaşılan engellere rağmen, bu konuda ilerleme kaydetmek hayati bir konudur. Çünkü barış, sadece siyasi bir çözüm değil, aynı zamanda toplumsal bir dönüşüm gerektiren, zaman alıcı bir süreçtir. Türkiye’nin bu önemli sorunu çözme yolunda, kararlılık ve sürekli çaba, ilerleyen yıllarda barışa doğru daha sağlam adımlar atılmasına zemin hazırlayacaktır. Elbette bazı denge kayıpları olmuştur ve politik dönemeçlerde süreç kullanılmıştır. Sonuçta, kalıcı barışın temelleri ancak toplumsal ve kültürel boyutları kapsayan, empati ve karşılıklı anlayışla örülmüş bir çözümle atılabilir. Bu noktada gelişmeler bir yandan henüz inandırıcı boyuta gelmese de umut verici bir adım olmuştur.

Barışın Psikolojik Temelleri: PKK meselesi, sadece askeri yöntemlerle çözülemeyecek kadar derin bir toplumsal sorundur. Çözüm süreci gibi girişimler, kalıcı bir barışın ancak karşılıklı empati, güven inşası ve toplumsal yaraların sarılmasıyla mümkün olduğunu göstermiştir.

Vamık Volkan’ın büyük grup psikolojisi ve delikli peynir metaforu çerçevesinde, barış sürecinin başarısızlığını yalnızca siyasi dinamiklerle açıklamak yeterli değildir. Çatışan tarafların birbirine dair algılarını dönüştürecek uzun vadeli bir toplumsal uzlaşı gerekmektedir. Bu bağlamda, geçmişte yaşanan acıları unutmak değil, onları anlamlandırarak geleceği inşa etmek kilit bir rol oynayacaktır.

Türkiye’nin en zorlu meselelerinden biri olan bu süreçte, annelerin çığlığı, genç nesillerin umutları ve toplumsal barış arayışı, çözüme giden yolun hem en büyük zorluğu hem de en büyük umududur.

Süreç politik menfaatlere kurban edilmemeli ve gerçekçi yaklaşımlarla PKK’nın yeniden doğamayacağı ancak Türk halkı gibi, Kürt halkının da huzur bulacağı gerçek bir çözüm gerçekleştirilmelidir. 


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Kıbrıs Postası’nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Dr. Ferhat ATİK yazıları