Kuveyt’in sessiz başarı hikâyesi

Yayın Tarihi: 06/06/25 09:30
okuma süresi: 5 dak.
A- A A+

Bir zamanlar Osmanlı’nın Basra Vilayeti’ne bağlı küçük bir liman kasabası olan Kuveyt, bugün kişi başı gelirde dünya sıralamasında üst sıralarda, Orta Doğu’da ise en istikrarlı mali yapıya sahip ülkelerden biri. Bu küçük körfez ülkesi, çölün ortasında bir finans ve dış politika denge modeli kurmayı başardı. Ancak bu başarı, bir anda gelmedi; krizlerle, işgallerle, diplomasinin dikenli yollarıyla ve zaman zaman küresel güçlerle yapılan stratejik danslarla inşa edildi.

Bu yazıda Kuveyt’in tarihine, yaşadığı dönüşümlere ve özellikle ABD ile kurduğu özel ilişkiye akademik bir perspektiften bakacağız.

Kuveyt’in bilinen modern tarihi 18. yüzyıla uzanır. 1756’da Al Sabah ailesinin yönetimiyle başlayan süreç, Osmanlı idaresi altında yarı özerk bir statüyle devam etti. Ancak 19. yüzyılın sonlarında Osmanlı’nın zayıflamasıyla birlikte Kuveyt, İngiltere ile yakın ilişki kurarak 1899’da bir koruma anlaşması yaptı. Bu anlaşma, Kuveyt’in Osmanlı ile bağlarını zayıflattı; karşılığında İngiltere, Kuveyt’in dış ilişkilerini üstlendi.

Bu kritik tercih, Kuveyt’in geleceğini şekillendiren ilk stratejik karardı: Büyük bir imparatorluğa değil, deniz aşırı bir güce yaslanmak. Bu dış politika tercihi, ileride ABD-Kuveyt ilişkilerinin temelini oluşturacaktı.

1938’de petrol keşfiyle Kuveyt’in kaderi değişti. 1950’lere gelindiğinde, ülke petrol gelirleriyle sosyal refah devleti kurma yoluna gitti. Ücretsiz sağlık, eğitim ve yüksek maaşlı kamu işleriyle Kuveyt, Arap Yarımadası’nda refahın sembolü oldu. 1961’de bağımsızlığını ilan ettiğinde, hem ekonomik hem de siyasi olarak yeni bir dönem başladı.

Ancak Kuveyt’in başarısı yalnızca petrolle sınırlı kalmadı. 1976’da kurulan Kuveyt Yatırım Otoritesi (KIA) dünyanın en eski ve en büyük egemen varlık fonlarından biri haline geldi. Kuveyt, petrole bağımlı kalmak yerine, gelirlerini finans piyasalarına, gayrimenkule ve uluslararası yatırımlara yönlendirdi. Bu, ekonomik sürdürülebilirlik açısından stratejik bir hamleydi.

2 Ağustos 1990’da Irak, Saddam Hüseyin’in emriyle Kuveyt’i işgal etti. Saddam’a göre Kuveyt, “Irak’ın 19. vilayetiydi.” Petrol politikaları ve sınır tartışmaları işgali meşrulaştırmak için kullanıldı.

Bu olay, Kuveyt’in hafızasında devletin varoluşsal tehdit altında kaldığı bir travma olarak yer etti. Ancak bu kriz, aynı zamanda Kuveyt’in ABD ile kurduğu özel ittifakı da pekiştirdi. ABD öncülüğündeki 35 ülkelik koalisyon, Körfez Savaşı ile 1991’de Kuveyt’i özgürleştirdi.

Bu tarihî olaydan sonra Kuveyt’te şu anlayış kök saldı:“Egemenliğin güvencesi, petrol değil; uluslararası garantörlüktür.”

Bu da Kuveyt’in ABD ile ilişkilerinde, salt çıkar değil, güvenlik mimarisi temelli bir dayanışmanın oluşmasını sağladı.

ABD ile Kuveyt arasındaki ilişkiler üç temel başlıkta şekillendi:

1. Güvenlik Anlaşmaları: 1991 sonrası ABD, Kuveyt’te kalıcı askeri varlık bulundurmaya başladı. Askerî üsler, eğitim programları ve silah anlaşmaları, Kuveyt’in güvenlik doktrinini oluşturdu.

2. Ekonomik İşbirliği: Kuveyt, ABD’nin en büyük yatırımcılarından biri haline geldi. Wall Street’teki Arap sermayesinin büyük bölümü Kuveyt fonları tarafından yönetiliyor.

3. Yumuşak Güç Dengesi: Kuveyt, Körfez’in diğer aktörleri gibi medya, eğitim ve kültür üzerinden değil; diplomasi, insani yardım ve finansal istikrar ile “sessiz yumuşak güç” modeli inşa etti. ABD de bu modeli destekledi.

Bu ilişki, klasik anlamda bir “bağımlılık ilişkisi” değil; karşılıklı çıkarların optimize edildiği bir jeopolitik alışveriş olarak okunmalıdır.

Bugün Kuveyt:

  • Kişi başına düşen milli gelirde dünyanın ilk 10 ülkesinden biridir.
  • Demokrasi geleneği olan nadir Körfez ülkelerindendir: Seçimli bir meclisi vardır.
  • Dış politikada tarafsızlık ve arabuluculuk rolünü benimsemiştir (örneğin Katar krizinde ara bulucu rolü).
  • İnsani yardımda dünyanın önde gelen bağışçılarındandır. Egemen varlık fonu 800 milyar doların üzerindedir.

Kuveyt, jeopolitik olarak dar bir alana sıkışmış olmasına rağmen, yüksek stratejik bilinçle geleceğini inşa etmiştir. Petrol sonrası döneme hazırlanan ender Körfez ülkelerinden biridir.

Kuveyt’in başarısı sadece zenginliğinde değil, bu zenginliği nasıl yönettiğinde, hangi krizlerden ne öğrendiğinde, ve hangi aktörlerle nasıl ilişki kurduğunda saklıdır. Bir işgal atlattı, yeniden doğdu. Büyük güçlerle oynamayı değil, onlarla denge kurmayı öğrendi.

Ve en önemlisi: Sessiz kaldı ama hep aktör oldu.

Kuveyt, bize şunu öğretiyor: Coğrafyanız küçük olabilir, ama vizyonunuz genişse, tarih sizi küçük yazmaz.


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Kıbrıs Postası’nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.