İsrail - İran Savaşı’nı bir de böyle okuyun
Yakın coğrafyamızda yıllardır düşük yoğunluklu sürdürülen İsrail-İran çatışması, 2020’li yılların ortalarına doğru açık çatışma sınırlarını zorlarken, yalnızca askeri bir hesaplaşma değil; aynı zamanda büyük grup kimliklerinin, tarihsel travmaların ve iletişim psikolojisinin çarpıcı bir örneğine dönüşmüştür. Bu çatışmaya yalnızca bir jeopolitik mesele olarak değil, aynı zamanda psikopolitik bir krizin yansıması olarak da bakmak gerekir. İşte bu noktada, Politik psikolojinin dehası kabul edilen, Marry Sigorni ödülü ve George Mason Üniversitesi - Jimmy Carter ve Rosalyn Carter School tarafından verilen Lifetime Achievement Ödülü sahibi, 5 kez Nobel Ödülü adayı seçilen dünyaca ünlü profesör değerli Hocam Dr. Vamık Volkan’ın “Savaş ve Uyum” adlı başucu niteliğindeki eseri bize önemli bir anahtar sunuyor.
İsrail ve İran arasındaki gerilim, modern tarihle sınırlı değildir. Yahudilik ile Şii İslam’ın tarihsel pozisyonları, her ne kadar teolojik olarak doğrudan çatışmasa da, ulus-devlet bağlamında karşıtlık içinde şekillenmiştir. 1979 İran Devrimi sonrasında Humeyni rejiminin İsrail’i “şeytanlaştırması”, bu çatışmayı yalnızca ideolojik değil, aynı zamanda kolektif bilinçaltına hitap eden bir sembolizme dönüştürmüştür.
İsrail için İran, sadece bir bölgesel tehdit değil; Holokost sonrası yeniden inşa edilen Yahudi kimliğine yönelmiş varoluşsal bir tehlikedir. İran içinse İsrail, hem Batı emperyalizminin bir uzantısı, hem de İslam ümmetinin bölünmüşlüğünün sembolüdür. Her iki ülke de kendi ulusal travmalarını ve büyük grup kimliklerini bu çatışma zeminine taşımaktadır.
Volkan’a göre büyük gruplar, tıpkı bireyler gibi psikolojik yapılara sahiptir. Onlar da yas tutar, travma yaşar ve bu travmaları kuşaktan kuşağa aktarır. İran ve İsrail örneğinde bu aktarım dramatik şekilde gözlenebilir.
İran, 8 yıl süren Irak Savaşı’nın yıkıcı etkilerini hâlâ taşırken, Batı tarafından dışlanmışlığını bir kimlik öğesi haline getirmiştir. Bu dışlanmışlık, İsrail’e yönelen düşmanlıkta bir “katarsis” etkisi yaratır. İsrail ise tarih boyunca yaşadığı sürgün, pogromlar ve nihayetinde Holokost ile şekillenen bir “ebedi tehdit” algısını devlet refleksi haline getirmiştir. Volkan’ın deyimiyle bu, “seçilmiş travma”nın kolektif kimliği belirlemesidir.
İki halk da geçmişin hayaletiyle bugünü yaşamaktadır. İletişim psikolojisinin temel ilkelerinden biri olan “geçmişi çözmeden sağlıklı bir şimdi kurulamaz” ilkesi, burada kitlesel boyutta geçerlidir.
Her iki devletin resmi söylemleri, düşmanı mutlak kötü, kendini mutlak mağdur olarak tanımlayan bir iletişim modeliyle şekillenmektedir. Bu model, bireysel iletişimdeki “psikolojik projeksiyon”un makro ölçekteki tezahürüdür.
İran, İsrail’i yalnızca bir ülke değil, bir “şeytan” olarak tanımlar. İsrail ise İran’ı, “varoluşsal tehdit” olarak sunar. Bu söylemler, barışçıl bir diyalogun önünü baştan kapatan, “tek kutuplu anlatılar” üretir. Vamık Volkan, bu tür anlatıların iletişimi değil, “kutupsal kimlik inşasını” teşvik ettiğini belirtir. İletişim, karşılıklı dinleme değil, kendi pozisyonunu haklı gösterme aracı haline gelir.
Her çatışma gibi İsrail-İran savaşı da çözümsüz değildir. Ancak çözüm, yalnızca diplomatik masalarda değil; aynı zamanda kolektif psikolojik şifalanma süreçlerinde aranmalıdır. Volkan’ın geliştirdiği “Psiko-politik Liderlik Modeli”, çözüm süreçlerinde liderlerin yalnızca siyasi değil, psikoterapötik sorumluluk da üstlenmeleri gerektiğini savunur.
Ne var ki günümüz liderlikleri, toplumsal yaraları sarmaktan ziyade, onları oy devşirme ve güç konsolidasyonu aracı olarak kullanmaktadır. Seçilmiş travmalar yeniden canlandırılmakta, geçmişin hayaletleri bugünün politik sermayesine dönüştürülmektedir.
Çözüm; ötekinin varlığını tehdit değil, zenginlik olarak gören bir kimlik inşasından geçmektedir.
Çözüm; Holokost’un hatırasını silmeden, halkların haklarını inkar etmeden bir “karşılıklı tanıma” pratiğini mümkün kılmaktır. Aynı şekilde İran halkının Batı tarafından dışlanmışlık hissini anlamadan, Tahran’daki düşmanlık dilinin kökenini çözemeyiz.
Çözümsüzlük ise, kolektif körleşmenin devam etmesiyle güç kazanır. Her bomba, yalnızca bir insanı değil; bir uzlaşma olasılığını daha öldürür. Her saldırı, sadece bir hedefi değil, karşılıklı anlayışın köprülerini de yıkar.
İsrail ile İran arasındaki gerilim, yalnızca askeri bir çatışma değildir. Bu, kolektif bilinçaltının yüzeye çıkmasıdır. Travmaların konuşulmadığı, yasların tutulmadığı, ötekileştirmenin kimlik haline geldiği bir düzlemde hiçbir çatışma gerçek anlamda sonlanmaz.
Tarihsel hafıza, kimlik inşası ve iletişim psikolojisinin iç içe geçtiği bu çatışmayı anlamak, çözümün ilk adımıdır. Prof. Dr. Vamık Volkan’ın dediği gibi:
“Barış, yalnızca imzalanan bir anlaşma değil; ruhsal bir yeniden yapılanmadır.”
Ve bu yeniden yapılanma, cesaretle, samimiyetle ve insanlık onuruna duyulan ortak bir inançla başlar.

Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.