Türkler İslâm’a hiç de güle oynaya geçmedi
Tarihin tozlu sahifelerinde parlayan bir hakikat var: Türk milleti İslamiyet’e öyle “güle oynaya” geçmedi. Sandığımız gibi yumuşak bir geçiş olmadı bu; ardında yangınlar, ihanete uğramış niyetler ve Cürcan’ın kanla sulanmış toprakları var.
8. yüzyıl başında Emevî ordularının Cürcan’da gerçekleştirdiği katliam, yalnızca bir askeri harekât değil, bir milletin diniyle, inancıyla, geleceğiyle sınanmasının trajik bir örneğidir. Hazar’ın güneyinde, bugünkü İran’ın kuzeydoğusunda yer alan bu bereketli şehir, Türk boylarının İslam’la karşılaştığı ilk merkezlerden biriydi. Ancak bu karşılaşma ne bir sohbetle, ne bir davetle, ne bir hikmetle gerçekleşti.
Arap ordularının başındaki komutanların kimi, İslam’ı yalnızca Araplara ait sanıyor; Türkler gibi farklı soy ve gelenekten gelen topluluklara İslam’ı tebliğ etmek yerine zorla dayatıyor, boyun eğmeyeni kılıçtan geçiriyordu. Ve Cürcan’da, evet tam orada, Müslüman olduklarını beyan eden halk bile katledildi. Kadın, çocuk, yaşlı demeden… Kan aktı, dua yerine çığlık yükseldi.
Bu katliam, Türklerin gönlünde derin bir yara açtı. Din adına gelenlerin adaletsizliği, Türk’ün gönlünü İslam’a bir müddet kapattı. Ne acıdır ki, dine hizmet ettiğini sanan bazı Emevî komutanları, aslında dine olan sevgiyi geciktirdiler. Onlarca yıl süren güvensizlik, korku ve uzak durma hali başladı. Çünkü bir kez ihanetle gelen bir el, bir daha kolayca tutulmaz.
Ama her karanlığın içinde bir ışık vardır. Abbasîler döneminde bu yaklaşım değişti. Türkler, sadece savaşçı olarak değil, İslam medeniyetinin asli unsuru olarak kabul edildi. Alparslan’ın Malazgirt’te taşıdığı sancak, aslında bu köklerin meyvesiydi. Ve Türkler, bu kez gönül rızasıyla, irfanla, sevgiyle, evet, “güle oynaya” İslam’ı benimsedi.
Bugün geriye dönüp baktığımızda, Cürcan Katliamı yalnızca tarihin bir trajedisi değil; aynı zamanda İslam’ın evrenselliği ile etnik taassubun çatıştığı bir eşikti. Ve bu eşik, bize şunu fısıldıyor:
Zulümle din yayılmaz. Din, ancak adaletle, merhametle, hikmetle kök salar.
Türk milleti Müslüman olmuştur, evet. Ama bu bir mucize değildir. Bu, binlerce acının, yıllarca süren arayışların ve sonunda hakikate samimi yönelişin neticesidir.
Bugün eğer hâlâ “İslam’ın kılıcı” denilince Türklerin adı anılıyorsa, bu zulümle değil; zulme rağmen tercih edilen bir imanla mümkündür.
Ve biz bu tarihi bilirsek, başkalarına sadece İslam’ı öğretmeyiz. Aynı zamanda onu nasıl yaşatacağımızı da öğreniriz. Üstelik Araplara neden güvenilmeyeceğinin tarihi nedenleri ile.

Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.