Çözüm Mutabakatı... Hemen şimdi!
Hükümet partileri, aylardır devam eden ‘aday olduydu, olmadıydı’ tartışmalarının ardından, adına ‘Sağduyu Mutabakatı’ denilen bir mizansen vasıtasıyla 2025 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ersin Tatar’ın arkasında toplaşmaya karar verdi.
Kıbrıs coğrafyasında yazılmadığı çok belli olan bir metinle birlikte açıklanan mutabakatta “Üç parti olarak Sayın Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ı ortak adayımız olarak destekliyoruz” ifadelerine yer verildi.
Kıbrıs Türk halkı için bir “şer mutabakatı” olmaktan başka hiçbir işe yaramayacak olan bu birliktelik, kendi içinde de sorunlar yaşamaya çok potansiyelli bir şeydir.
Nitekim daha mutabakatın mürekkebi kurumadan basına açıklamalar yapan hükümetin en küçük ama en çok sözü geçen ortağı Erhan Arıklı, KKTC için “tanınmayacaksa Tayvan ya da Nahcivan modelini örnek alabiliriz” şeklinde konuşmuştur.
Bir Turancı olarak Arıklı’nın en büyük hedefi, Kıbrıs’ın kuzeyini -ve elinde olsa tüm adayı- Türkiye’ye bağlamaktır.
O yüzden de adanın federasyon vasıtasıyla birleşmesine karşı olduğu açıkça söylemektedir.
Haliyle Nahcivan gibi modellerin hayalini pek tabii ki kuracaktır. Aynen Tahsin Ertuğruloğlu’nun Monaco modeli hayalleri kurması gibi bunlar aslında doğal şeylerdir.
Doğal olmayan şey, yakın çevresine “elimi keserim ama ona oy vermem” diye konuşmuşluğu olan Başbakan Ünal Üstel’in zorla olduğu çok belli olan Tatar desteğidir.
Bir kere şu tespiti hemen yapalım: Ekim seçimleri hükümet için artık bir güven oylamasıdır. Eğer Tatar kaybederse, bu Başbakanın hesabına yazacaktır. Haliyle o dakikadan sonra Başbakan olarak kalması mümkün olmayacaktır.
Dolayısıyla bu siyasi kumarı oynamak zorunda bırakılan Ünal Üstel’in siyasi yaşamı, bu saatten sonra seçimin sonucuna bağlıdır diyebiliriz.
Ama bu durum madalyonun sadece bir yüzüdür. Diğer yüzünde de Tufan Erhürman bulunmaktadır.
Çünkü Ekim seçimleri Tufan Erhürman’ın hiç sevmeyeceği bir şekilde cepheleşmiş, bir çeşit referandum noktasına varmış durumdadır.
Bu bağlamda girdiği hiçbir seçimi kazanamayan Erhürman için Ekim seçimleri bir nevi ölüm-kalım seçimidir.
Bulunduğu makamı darmadağın eden, halkın geniş kesimleri tarafından dalgaya alınan, itibarı neredeyse sıfıra yakın bir Ersin Tatar’a ve onu destekleyen, yine ülkeyi berhanaya çeviren hükümete karşı alınacak yeni bir mağlubiyet kuşku yok ki Erhürman’ın siyasi hayatını bitirebilecek tehlikededir.
CTP içinde Erhürman seçimi kaybetse bile başkanlık koltuğunda oturmaya devam etmesi için -parti tüzüğüne rağmen- bir takım oyunlar içinde bulunanlar olabilir, bilemem.
Ama bugüne kadar girdiği hiçbir seçimden galip çıkamayan Erhürman’ın alacağı bir başka mağlubiyet, kendiliğinden gelecek bir sonun hazırlayıcısı olabilir.
Peki, Tatar’ın arkasında zoraki de olsa toplaşan ve bana göre sadece basit bir kelime oyunu olarak yazılı ‘sağduyudan’ yoksun bu cepheye karşı ne yapılabilir?
2015 seçimlerini kazanan Mustafa Akıncı, müzakerecisini CTP’nin önemli isimlerinden birisi olan Özdil Nami olarak seçmişti.
Kıbrıs sorununun çözümü konusunda samimiyetine güvendiğim Özdil Nami, bence verilen görevi layığıyla yapmış, Crans Montana sürecinde son derece olumlu bir rol oynamıştı.
Bu örneği neden yazıyorum? Çünkü aynı işbirliği formülün yeniden uygulanması gerektiğini düşünüyorum.
Bence CTP vakit geçirmeden TDP ve diğer federalist oluşumlar içinden bir müzakere komitesi oluşturma çalışması yapmalı, güçlü ve güvenilir isimlerle birlikteliğin yollarını aramalıdır. Hatta aramakla kalmamalı, bunlar ilan edilerek bir çeşit güven de yaratılmalıdır.
Bu yeni sinerjiye, Ekim’den sonra gündeme gelecek erken seçim için bir ittifak yapma da eklenebilir elbette ama öncelikle aşılması gereken engel Cumhurbaşkanlığı seçimidir.
Eğer orada başarı sağlanırsa gerisi zaten kendiliğinden gelecektir diye düşünüyorum.
Öte yandan ben ve benim gibi eski solcular kendi aramızda kavga ederken, solda birleşmeyi her zaman “atomu parçalamaktan zor” diye niteleriz.
Ayrıca ben bu “birleşme” lafını pek bir UBP’vari bulurum, o yüzden birleşme yerine “beraber hareket etme” kavramını düşünüyorum.
Çünkü hep beraber, bir ülkü uğruna, yani federal çözüm uğruna beraber mücadele etmek hepimizin boynunun borcudur.
Şimdi durup da hamasetçi jargonu kısırlığı gibi buna “solduyu mutabakatı” gibi bir isim takmak doğru olmaz.
Kaldı ki 'solduyu' diye Türkçe bir tabir de yoktur.
Bunun yerine ‘Federal Çözüm Mutabakatı’ ya da sadece ‘Çözüm Mutabakatı’ gibi bir tanımlama çok doğru olur.
Kıbrıs Türk halkı on yıllardır zor koşullardan geçmektedir. Sorunları çığ gibi büyümektedir.
Ve Kıbrıs sorunu içinde yaşadığı sorunlu habitatın ana sebebidir. Bu sorun ortadan kalkmadan, onun sebep olduğu diğer sorunların ortadan kalkmayacağı zaten sarihtir.
Uluslararası hukuktan kopuk bir düzenin sonu doğal olarak çürümüşlüktür ve bu çürümüşlük son 5 yılda daha da artarak artık sürdürülemez duruma gelmiştir.
Bu bağlamda en çok sürdürülemeyen şey işte Kıbrıs sorununun kendisidir.
Eğer başarılır da kotarılırsa, oluşacak bu çözüm sinerjisinin halka sunacağı en önemli vaat çözüm ve AB üyeliğidir.
Yolunu kaybetmiş, kendinden geçmiş, düzene müptela edilmiş, konfor alanlarının içine hapsolmuş bu halka, içinde bulunduğumuz sürdürülemez durum anlatılmalı, çözüm ve AB vizyonu tüm taraflarıyla ortaya konulmalıdır.
Mesela mülkiyet meselesi.
İçinde yaşadığımızı düzenin ne kadar hukuktan uzak ve sürdürülemez olduğunun en taze örneği mülkiyette yaşanan gelişmelerdir.
Mülkiyette çözüm çok nettir: Çözümün kendisi!
O çözüm de Guterres Belgesinde yazmaktadır.
Anlatın! Tane tane anlatın!
Federal çözüm nasıl olacak, ne şekilde olacak, karma evlilikler sorunu, mülkiyet sorunu ve diğer sorunların çözümle birlikte nasıl biteceğini bu halka net şekilde anlatın!
Karşınızda bulunan ‘şer mutabakatı’ size saldıracak, Rumcu, vatan haini diye suçlayacak, elbette sizi gidip Türkiye’ye jurnalleyecektir.
Bırakınız yapsınlar!
Bu saatten sonra kaybedilecek hiçbir şey yoktur.
Çünkü KKTC iç siyasetini düşünerek, onun doğası gereği düşülen popülizm tuzağına yeniden girilecek ve bu yukarıda anlattığım sinerji oluşturulamayacaksa bilin ki hepimiz kaybedeceğiz!
O yüzden buraya açık açık bir kez daha yazalım: Seçimlerde federal çözüm savunan tek bir aday vardır o da CTP’nin adayı Tufan Erhürman’dır.
Elbette başkaları gibi bu satırların yazarının da onunla ilgili çeşitli eleştirileri olabilir, bence doğaldır da.
Ancak geldiğimiz nokta kayıkçı kavgası değil, karşı kıyıya geçme, yani çözüm kavgasıdır.
CTP’nin bu noktada öncülük etmesi, çözüm güçlerini toparlaması, gücü delege etmesi, kimseyi küçümsememesi, fevri davranmaması, paylaşımcı olması ve en önemlisi de güven vermesi gerekmektedir.
Bu güvenle birlikte halka yeni bir umut vermesi, bir vizyon ortaya koyması, uğruna savaşılacak bir mücadele zemini yaratması gerekmektedir.
Yapılmazsa ne olur?
CTP kendi yankı odaları içinde hapsolur, bencil davranır, diğer çözümcü kesimlere üstten bakar, popülizm uğruna yalpalar ve nihayetinde mağlup olur.
Bu olmasın diye, iyi niyetle, adanın yeniden birleşmesini isteyen, bunun da yolunun federal çözüm olduğunda ısrar eden, geleceğin Birleşik Federal Kıbrıs olduğunu bilen ve en önemlisi, bu yeniden birleşme olmadan çocuklarımızın asla gelecek sahibi olmayacağını gören birisi olarak yazıyorum...
Çözüm Mutabakatı, hemen şimdi!

Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.