"Bizi tanımıyorlar ki görsünler!"
Makalenin başlığı genç bir futbolcunun yabancı bir basın mensubuna verdiği kısa röportajdan alıntı.
Kıbrıs’ın kuzeyinde çeşitli röportajlar yapan yabancı bir arkadaş, geçen gün benden kısa bir çeviri yardımı istedi. Ardından da iki tane kısa röportaj gönderdi.
Röportajlar KKTC’deki bir futbol maçından sonra genç futbolcularla yapılmış.
Arkadaşım onlara sormuş: “Gelecekte bir gün büyük takımlarda oynamayı hayal ediyor musunuz?”
Bir tanesinde Türkiye aksanıyla konuşan çocuk şöyle demiş: “Abi bizi nereden görecekler ki bulsunlar? Yabancı ‘scoutlar’ bu ülkeye gelmiyorlar, çünkü tanımıyorlar. Bizi göremezler.”
Kıbrıslı şivesiyle konuşan diğeri ise “Bizi tanımıyorlar ki görsünler! Görmeyince nasıl o takımlara gidebiliriz?” diye konuşmuş.
Şive vurgusunu bilerek yazdım. Zira nereden geldiği ya da nerede doğduğundan bağımsız, adanın kuzeyinde yaşayan herkesin ortak kaderi budur: Tanınmamış, bilinmeyen bir yerde, o coğrafyanın dezavantajlarıyla yaşamak!
Tahmin ettiğiniz üzere bir futbol hastası olarak bu yazıyı futbola ayırmak niyetindeyim.
Hayatını Londra’da sürdüren ve bir zamanlar çok sevdiği kulübü Çetinkaya’nın formasını ıslatmakla kalmayıp, sonrasında yöneticiliğini de yapan sevgili dostum Ulaş Ocanoğlu, yakında çıkacak kitabında geçmişten çok güzel anekdotlar aktarmış.
Mesela bir tanesi çok dikkatimi çekti: Bir zamanlar, ya da Kıbrıslı Türklerin miladı olarak söyleyecek olursam, 15 Kasım 1983 öncesi Kıbrıs’a gelen ve o zamanların efsane takımı Baf Ülkü Yurdu ile maç yapan Fenerbahçe ile ilgili bir hikaye.
Girne’de oynan dostluk maçında Baf’ı zar zor 2-1’le geçen Fenerbahçe maçının ardından 20 Temmuz stadının zeminiyle ilgili dönemin bir TFF Yöneticisi “böyle bir zeminin Türkiye’de olması için neler vermezdim” diye konuşmuş.
Türkiye gazetelerine haber olan bu sözler aslında aradan geçen 40 yılda nereden nereye geldiğimizin basit bir göstergesidir.
Düşünsenize, 1983’lerde Kıbrıs’ın kuzeyinde bulunan spor altyapısı Türkiye’de bile yoktu!
Şimdi artık hayal olan bu türden maçlar artık eski bir nostalji olarak anılıyor.
Mesela çeşitli spor kaynaklarından edindiğim bilgilere göre 1982 yılının son aylarında Girne’de kamp yapan son yabancı takımlardan birisi Romenlerin efsane takımı Steau Bükreş olmuş.
Aynı Bükreş’in o tarihten sadece 4 yıl sonra kaleci Dukadam’ın tam 4 penaltı kurtardığı efsane maçta Barcelona’yı penaltılarda geçip o zamanki adıyla Şampiyon Kulüpler Kupası’na uzandığını sıkı futbol takipçileri hatırlayacaktır.
O günlerden bu yana geçen 40 yılda İngilizlerin alt düzey lig takımı Luton Town ile antrenman maçı yapması bile engellen bir coğrafya olmamız sadece kaderle açıklanamayacak kadar çarpıcı bir durumdur.
KKTC’nin ilanı öncesi resmi olmasa da dünyanın büyük kulüpleriyle maç yapabilen, ‘Port of Famagusta’ mührüyle her türlü ticareti gerçekleştirebilen bir coğrafya olan Kıbrıs’ın kuzeyi, bugün resmi anlamda bir açık hava hapishanesinden farksız bir görüntü çizmektedir.
Makalenin başında anlattığım çocuklar gibi çocuklar belki de tanrı vergisi olan yeteneklerini kimselere gösteremeden bu diyarlardan geçip gittiler.
Sadece futbolcuların değil, her türlü spor dalından yeteneğin harcanıp gittiği bu diyar, kuşku yok ki bir hayaller bataklığıdır.
Yalnız spor alanından da değil, müzisyenler, ressamlar, heykeltıraşlar, yazarlar ve daha nicelerinin hayalleri bu bedbaht coğrafyanın içine sokulduğu siyasi kafes yüzünden bu bataklığa gömülmüş durumdadır.
2025 yılının son demlerini yaşadığımız şu günlerde içinde bulunduğumuz bu amansız kafesin kilitlerinin sıkı sıkıya kapalı hali devam etmektedir.
Her yıl olduğu gibi “bu yıl da çözüm olmadı, kafesin kilidini kıramadık” dostum üzüntüsü içinde kasvetli bir ruh hali içerisindeyim.
2026 için geçen ve ondan önceki on yıllar gibi “bu sene çözüm yılı olacak” sloganlarını atmak dahi gelmiyor içimden...
Çünkü soğuk gerçek maç sonu konuşan o terli futbolcu çocuğun dediği gibi “bizi tanımıyorlar ki görsünler” şeklindedir.
Bizi tanımıyorlar, bilmiyorlar, varlığımızı görmüyorlar ve biz her gün hayallerimizi gömmeye devam ediyoruz.
Fakat ders aldığımız filan da yoktur.
İçinde yaşadığımız bu hayaller bataklığının kendine has bir konforu var, hoşumuza gitmiyor değil!
Bu “çirkef yatağından gülistanlık çıkmayacağını” söyleyen büyük adam da çoktan göçüp gitti bu diyarlardan ama onu da zaten hiç dinlemedik...
“Yine yaz geldi kardeşim, ne zaman yapacağız barışı” diye diye bu diyarlardan göçüp giden o büyük şaire de hiç kulak vermedik...
O yüzden kasvetli olan ruhum aynı zamanda isyankar da...
Tek dileğim bu adanın çocuklarının bir gün özgürce top oynaması ve dünyanın büyük takımlarına transfer olması.
Bir başka dileğimse takımım Küçük Kaymaklı’nın bir Avrupa kupası maçında sahaya çıkması.
Çok büyük hayaller mi bunlar?
Hür dünya için hayır...Ama bizim gibi siyasi öngörüsüzlük kurbanı, hamaset ve boş milliyetçilik dolu bir kafes için ütopik bir hayal...
Öyle görülüyor ki yakın gelecekte bu kafesin kilitlerini açma konusunda hiçbir iyi niyet yok...
Ama umut en son ölür...Sonuna kadar umudumuzu koruyacağız...
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.