Kimse, hakkıyla, bir yerlere geleceğine inanmıyor
Çok alışıldık, aşina olunduk, klasik haline gelmiş bir kelime, bir yaklaşım.
Liyakat, aslında adalet demek, adaletle beraber gelecek, toplumsal temel, kalite, insan kaynağını doğru kullanma.
Altını çizeyim, liyakat, adalet demektir, adaletli bir sistemde, adil bir düzende, kendiliğinden oluşur, sistem olur, eğitimin, çalışmanın, kendini geliştirmenin önemi ve gerekliliği ortaya çıkar.
Liyakat önemsiz, değersiz, gereksiz, böyle bir ortamda, kamu, kurumlar çöküyor, insan potansiyeli kullanılmıyor, donanımlı insanlar geride kalıyor, bir tarafa atılarak, doğruları yaptığı için adeta cezalandırılıyor.
Ülkesinden, devletinden, hayata bakış açısına kadar, her konuda güvenini kaybediyor.
Bu sorun her dönemin sorunu, ancak bugüne gelirsek, daha bir görünür, daha bir büyük ve gelişmiş olduğu görülüyor.
Sadece kamunun kendi içinde değil, kurumları da esir almış liyakatsizlik sorunu.
Bir sonraki seçimin planı yapılırken, önceki seçimlerin de karşılığı ödeniyor.
Herkes her işi yapamaz, herkes yönetici olamaz, herkes en iyi yaptığı işi yapmalı, yönetici kadroları, her konuda bilgi, tecrübe ve donanımıyla, hem kurumu, hem de kadroları yönetmeli, devlet böyle kalkınır.
Her zaman her yerde, küçük insanların, büyük hedefleri olmuştur, olacaktır da.
Bu hedeflere ulaşmanın yolu daha da önemlidir.
Devlet, fırsat eşitliği demektir, tüm vatandaşlarının hakkının yenmemesi, devletin sorumluluğunda.
Çalışarak kazananlar bir elin parmağı geçmez, ama bildik yöntemlerle bir yerlere gelenler, maalesef bu ülke de daha çok önemseniyor.
Fakat bunlar her zaman kaybetmiştir, en önemli kayıpları da saygı olmuştur.
Öyle bir kayıp ki bir defa gitti mi, bir daha dönüşü olmaz.
Yetenek, bilgi, tecrübe, eğitim, donanım, entelektüel birikim ve insanlar tarafından gösterilen saygı.
Hem devleti, kurumları, kişileri geliştirir, hem de adaleti, motivasyonu, inancı sağlar.
İşe uygun, çalışkan, üretken, sorun yaratan değil, sorun çözen bir vizyon, sorumluluğu başkasına atan değil, bizzat sahiplenen ve attığı her adımını iyi bilen planlayan, sonuçlarını kestiren, insanlar, hem verimli hem de adaletli olurlar.
Kurum çalışanları, toplum, adalete inanır, sisteme güvenir, çalışmakla, adaletin geleceğini görür, kendini yaptığı işe ve başarmaya verir.
Aksi, geriye sadece günü geçirmek, görevi yapma olsun diye yapmak, motivasyonsuzluk ve mutsuzlukla yaşamak kalır.
Peki, tersi durumlarda ne olur, yani liyakatle değil, kayırmacılıkla, ayırımcılıkla, torpille, kişisel ilişkilerle yapılan görevlendirmeler, nelere sebep olur?
En kötüsü, niteliksiz iş gücü, hem hizmet, hem bürokrasi, hem de kurumsal hafıza anlamında kalitesizliğin, bir yaşam şekli olmasıdır.
Verimsiz, isteksiz, mutsuz, insan yığınlarının, en başta kurumuna, insanlara, topluma zararı vardır.
Kimse, kimseyi sevmez, sadece kişisel kazancını düşünür, birilerini nasıl düşürüp, sonrasında onların yerine geçmenin planını yapar, toplumsal birliktelik zarar görür.
Ve kimse hakkıyla bir yerlere geleceğine inanmaz.
Bunlar yıllardır konuşuluyor, ancak, ne yazık ki değişen bir şey olmuyor.
Daha adil, daha şeffaf, fırsat eşitliğinin korunduğu, adaletli bir düzen, bir sistem toplumu, devleti ve kurumları ayağa kaldırır, güçlendirir.
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.