Ne mecliste ne de sokakta…
Geçtiğimiz Cuma CTP’nin düzenlediği ‘sokağa iniş’ eylemine katıldım. Açıkçası gazeteci kimliğimle gözlem yapmaya, böyle makale konusu çıkartmak için gittim ama itiraf edeyim, bazı CTP’li dostlarımın ısrarı da gitmemede etkili oldu.
Gittim de ne oldu?
Yahu amma haller, orada birkaç dostumla fotoğraf çektirdim diye yazan yazana: “Hayırdır, CTP’li mi oldun?” “Ne oldu aday mı çıkacan?” “Abi sen boykotçuydun, ne alaka da gittin?”
İnsanlar benim gazeteci olduğumu, UBP etkinliği olduğunda onlara da çok gittiğimi unutuyor herhalde. Ya da sağ olsunlar bana ilişmekten hoşlanıyorlar. Bir keresinde Ersin Tatar daha UBP başkanıyken, partinin düzenlediği bir etkinliğe gitmiştik. Gayet normal, gazeteci olarak. Sonra orada Ersin Tatar ile canlı yayında röportaj yaparken birden bana “seni de UBP’ye üye yapalım” diye konuşmaz mı!
Ondan sonra al başına belayı. Hele de UBP’li arkadaşlar aylarca dalga geçip, üye formu filan yollamışlardı.
Neyse, konumuz bu değil tabii ama bilmem fark ettiniz mi, işi eylem gözlemine pek getirmek istemiyorum.
Niye? Çünkü boşa kürek çekilen göstermelik eylemlerden hiç hoşlanmıyorum. Artı koca bir geleneğin getirildiği durumdan büyük hicap duyuyorum.
Yanlış anlaşılmasın, kimsenin emeğini, istencini aşağılamak, kırmak ya da hor görmek istemiyorum. Ama aynı şeyleri yapıp, farklı sonuçlar beklemek abesle iştigaldir.
Dahası, koskoca, 53 yıllık bir partinin toplayacağı kalabalık 1000, hadi bilemediniz 1500 mi olurdu?
Kendi sempatizanlarını dahi eyleme getiremedikten sonra, fotolar çekip, “binlerce insan yürüdü” diye çarpıtma haberler servis edip, duygu dolu güzel sözler söylemenin ya da coşkulu konuşma yapmanın ne anlamı var?
Ben CTP’nin meclisteki tutumunu çok eleştiren birisiyim. Hükümete gayrı-meşru deyip ardından da ‘meşru muhalefete’ soyunmasını çelişki olarak görürüm. Gayrı-meşru denilen hükümetle komitelerde iş tutulmasını, oralardan ve genel kuruldan ‘oy birliğiyle’ yasa geçirmesini de çelişki olarak görürüm.
Bütün bunları söyleyip eleştirdiğim zaman ‘meclisi meşru görürüz o yüzden çelişki değildir’ diyorlar. İyi de 50 kişilik meclisin 29 tanesi hükümete onay verdiğine göre, napalım ‘büyük çoğunluğu gayrı-meşru meclis’ mi diyelim?
Hem siz sandık demokrasisine inanmıyor musunuz kuzum? KKTC’de demokratik seçim yapılacağına inanmıyor musunuz? O zaman o 29 vekilin temsil ettiği yüzde 55 oya da saygı duyacaksınız, öyle değil mi? Halk seçmiş göndermiş madem, onlar da o yetkiye dayanıp yasa da yaparlar, ensemizde helva da kavururlar.
Ha gerçekten, olayları olduğu gibi değerlendirip, yapılan müdahaleleri dile getirecekseniz, bunları söyleyecekseniz, o zaman gereğini de yapıp, “bu meclis gayrı-meşrudur” deyip oradan ayrılacaksınız. Yok öyle hibrid konuşmalar, ortaya karışık tutumlar, dostlar alış-verişte görsün haller…
Bu arada geçen gün Şener Levent’in köşesinde çok doğru bir şekilde işaret ettiği şekliyle, bu ülkede müdahale denilen şey 2020 yılında değil, çok daha önceden başlayan ve süregelen bir şeydir. Alt-üst ilişkisinin doğalında başka türlü olması zaten beklenemez. O yüzden de Kıbrıslı Türklerin siyasi tarihi 1981 seçimleri gibi, 1990 seçimleri gibi demokrasi ayıplarıyla doludur.
Bunları bir kenara koyacak olursak, Cuma günü yapılan eylem, CTP’nin meclis konforu ısrarına karşı doğan tepkilere cevap niteliğinde olan ama asla cevap olmayan “hem mecliste hem de sokakta” retoriğinin aslında halktan karşılık bulmadığını gösteren eylemdi.
Ülkede yapılan güvenilir anketler halkın siyasete ve siyasi partilere güvenmediğini gösteriyor. Misal CMIRS anketinde en güvenilmeyen kurumlar sırasıyla Cumhurbaşkanlığı, Hükümet, Meclis, Siyasi partiler ve sendikalar olarak sıralanmaktadır. Hal böyleyken, iki güzel slogan, iki alkış ve taklit birkaç pankartla hükümete ‘utanın da gidin hade’ demek komik bile değildir. Çünkü gitmeyecekler.
Müthiş bir popülizm içinde yoğrulan, ideolojik yoksunluk yaşayan veya köhnemiş bir takım sloganların yarattığı tabular içine hapsolan Kıbrıs Türk solunun geldiği nokta tam bir kısır döngüdür, tam bir mağlubiyettir.
Mecliste bir Erhan Arıklı ile bile başa çıkamayan, onun yönettiği karmaşanın ortasında laf sokma ve bağırma yarışında olan CTP’nin toplum için bir çare olmaktan uzak bir görüntü çizdiğini söylemem gerekir. Ehven-i şet konuşmalarla “biz olmasaydık o yasa olduğu gibi geçerdi, bu geçerdi” filan diye konuşmak en basitinden züğürt tesellisidir. Belediyeler yasasında yaşananlar, bir gecede ad-hoc komiteden normal komiteye ardından da genel kurula yollanan tasarılar, sizin etkisizliğiniz filan, bunları ne yapacağız? O yasanın geçtiği gece sabaha karşı mecliste çorba içip ‘devrimi yaptık’ diye sizinle dalga geçen UBP’li vekillerin görüntüsü mü başarıdır? AKSA olayında soyunduğunuz grev kırıcılığına da girelim mi? Sahi ne oldu canım o ‘ortak enerji komisyonu’ işi? Toplumla dalga geçmek diye tam da buna denir zaten.
Yakında yapımına hayır dediğiniz, bir ara çıtayı yükseltip sonra seçimlerde suçu Mehmet Harmancı’ya atmaya çalıştığınız Külliye’nin inşaatı bitecek. Siz de gidip içinde oturacaksınız. Ondan sonra bu toplumun yüzüne nasıl bakacaksınız? Bu halktan siyasete güvenmesini nasıl bekleyeceksiniz?
O gün o yürüyüşte karşılaştığım ve sohbet ettiğim bir ‘yetkili’ bana aynen şunları dedi: “Ulaş elimizdekileri korumaya bakalım da yakında her şeyimizi elimizden alacaklar…”
Aslında bu lafın gizli öznesi de var ama söylenmiyor. Kim alacak? Parti başkanı ikide bir ‘yoklaşmaya, yok olmaya karşı varoluş mücadelesinden” bahsediyor.
Kime karşı bir mücadele bu? Rumlara karşı olmadığına göre kime? Türkiye’ye mi? Çekinmeyin söyleyin…
Ne mecliste ne de sokakta maalesef yoksunuz…
Gelinen nokta aslında tam da budur: Çok şey söyler gibi görünerek aslında hiçbir şey söylememek. Çok yerde bulunup aslında hiçbir yerde olamamak…
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Mete Baris04/11/23 00:48
Aynen Ulas gardas. Bizim memlekette cok laf, az icraat. Herkes sikayet eder, ama is o sikayetleri harekete dokmeye geldiginde, binbir turlu mazaret. CTP'nin durumu da bu. Cok da icerlememek lazim, toplum da oyle.