KKTC gerçekten ne kadar hazır?
MERT MAPOLAR’IN KÖŞE YAZISINI SESLİ DİNLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ
Orta Doğu bir kez daha tarihin en tehlikeli kırılma noktalarından birine sürükleniyor. İsrail ile İran arasında artan gerilim, sıcak savaşa dönüşmüş durumda. Bu savaşın doğrudan etkilediği bölgelerden biri de hiç şüphesiz Doğu Akdeniz ve bu denizin tam ortasında, stratejik bir ada olan Kıbrıs’tır. Atılan füzelerin KKTC semalarından izlenebilecek kadar yakından geçmesi, sadece görsel bir yakınlığı değil, doğrudan bir tehdit gerçekliğini debize açıkça ortaya koymaktadır. Ne yazık ki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin, yaşanan bu gelişmelere karşı yeterli güvenlik, sağlık ve ekonomik hazırlık içinde olmadığı da gözlenmektedir. “Türkiye bizi korur” cümlesi dışında elle tutulur, ciddi bir stratejik planlama ya da acil eylem planı henüz kamuoyuyla paylaşılmış değildir.
Bölgede savaşın büyüme riski, yalnızca askeri tehditler anlamına gelmiyor; aynı zamanda ekonomik, çevresel ve insani krizlerin de habercisi durumundadır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin, İsrail’e açıkça değilse de dolaylı yoldan destek vermesi ve adadaki İngiliz üslerinin aktif hale gelmesi, İran’ın olası misilleme hedefleri arasında, Kıbrıs’ı da göstermesine neden olmuştur. Bu durumda, Kıbrıs adası savaşın doğrudan tarafı olmasa bile, içine çekilme riskiyle karşı karşıyadır. Doğu Akdeniz’deki gerilim; EastMed doğal gaz boru hattını, deniz ticaret yollarını ve turizm akışını da ciddi şekilde tehdit eder noktaya getirmiştir. Savaş uçaklarının yön değiştirmesi, deniz trafiğinin aksaması gibi gelişmeler, enerji ve ulaşım açısından, kırılgan ve tehlikeli bir döneme girildiğini de bize açıkça gösteriyor.
Tüm bu gelişmeler karşısında, KKTC yönetiminin artık sadece izleyen değil, aktif önlem alan bir pozisyona geçmesi hayati önem taşımaktadır. Bölgedeki savaş senaryoları yalnızca uzak ihtimaller olarak görülmemeli; tam tersine, stratejik, çevresel ve insani boyutlarıyla da çok yönlü analiz edilmelidir. Sığınak altyapısından halk bilgilendirme sistemlerine, savunma hazırlıklarından ekonomik ve gıda güvenliğine kadar birçok alanda acil eylem planlarının oluşturulması gerekmektedir. Aynı şekilde, muhalefet partilerine de, bu noktada ciddi sorumluluklar düşmektedir. Sadece eleştiriyle yetinmek değil, yaratıcı ve uygulanabilir çözüm önerileri sunmak, toplumsal bilinci artırmak ve ülkesel farkındalığı güçlendirmek adına aktif bir rol üstlenmeleri de beklenmektedir. Zira böyle kriz dönemlerinde, milli birlik ve ortak akıl; sadece iktidarın değil, tüm siyasi ve toplumsal aktörlerin ortak sorumluluğudur. Kıbrıs halkının güvenliği ve geleceği için, bu tür jeopolitik tehditlerin ciddiyetle ele alınması ve ortak bir ulusal refleksle hareket edilmesi, artık ertelenemez bir zorunluluktur.
Son günlerde Sivil Savunma Başkanlığı tarafından yapılan açıklamalarda, KKTC’de olası bir savaş veya afet durumunda kullanılacak sığınaklara ilişkin, bazı ciddi eksikliklerin olduğudur. En dikkat çekici unsur ise, sığınak altyapısının güçlendirilmesi için, biriken fonların 2014 yılında, dönemin hükümeti tarafından başka alanlara aktarılmış olmasıdır. Yapılan araştırmalara göre, bu dönemde CTP-DP koalisyonu görevdeydi. Bu durum, kamuoyunda büyük bir hayal kırıklığı yaratırken, bugün gelinen noktada halkın güvenlik duygusunun yeniden tesisi için, devletin çok daha şeffaf, hesap verebilir ve hazırlıklı olması gerektiğinin önemi de ortaya çıkıyor. Özellikle bölgedeki askeri hareketlilik ve karşılıklı tehditlerin yoğunlaştığı bu dönemde, vatandaşların artan endişesi artık göz ardı edilemez noktadadır. Halk, acil durum planlarının güncellenmesini, sığınak altyapısının hızla yenilenmesini ve kamuoyunun gerçekçi bilgilerle düzenli olarak bilgilendirilmesini talep ediyor. Sadece söylem düzeyinde kalan açıklamalarla değil, görünür ve ölçülebilir adımlarla, tüm senaryolara karşı hazır olunmasının önemi vurgulanıyor. Zira geçmişte yapılan ihmalin bedeli, gelecekte telafisi imkânsız bir güvenlik zafiyetine dönüşebileceği gerçekliğiyle de karşı karşıyayız.
Hatırlanmalı ve hatırlatılmalıdır ki yapılan ve/veya yapılacak tatbikatlar, kriz anlarında reflekslerin güçlenmesi için önemli olsa da, günümüz şartlarında artık tek başlarına yeterli olmadıklarıdır. Gerçek bir hazırlık süreci; güncellenmiş risk senaryoları, lojistik planlama, teknik donanım, sığınak altyapısı, halk eğitimi ve kriz anı iletişimiyle birlikte bütünsel olarak ele alınmalıdır. Günümüzde yapılan sınırlı tatbikatların çoğu, halkın gerçek bir çatışma anında nasıl davranacağına dair somut ve yaygın bir bilinç oluşturmaktan aslında çok uzağındadır. Tatbikatların etkili olabilmesi için kamuoyunun sürece aktif katılımı sağlanmalı, özellikle okul çağındaki çocuklar, yaşlılar ve dezavantajlı gruplar için özel eğitimler ve yönlendirmeler geliştirilmelidir. Hazırlıklı olmak; sadece kurumların değil, toplumun her bireyinin bilgiyle, bilinçle ve doğru rehberlikle donatılmasıyla mümkündür. Çünkü savaş ya da afet anı geldiğinde, hayatta kalmak yalnızca askeri değil, sivil dayanıklılığa da bağlıdır.
Bu noktada şu sorular da kaçınılmazdır: Bu savaş daha da genişler mi? Kıbrıs ile Akdeniz’in kaderi ne olur? Savaşın Doğu Akdeniz’e daha fazla yayılması halinde, adada özellikle İngiliz üslerinin bulunduğu Dikelya ve Ağrotur bölgeleriyle birlikte, radar ve iletişim altyapılarına ev sahipliği yapan alanlar, öncelikli hedefler olabilir mi? KKTC sınırları içinde kalan yerleşim birimleri de bu üslerin yakınlığı nedeniyle ikincil hedef durumuna gelebileceği asla göz ardı edilmemelidir. Savaşın yayılması halinde sivil hava sahasının kapanması, turistik uçuşların durması, deniz ticaretinin alternatif güzergâhlara kayması gibi gelişmeler, KKTC ekonomisini doğrudan ve ağır şekilde etkileyecektir. Turizm gelirleri büyük darbe alacak ve dış yatırımcılar da riskten kaçınacaklardır.
Bir diğer taraftan da, enerji boru hatları ve ticaret rotalarının askeri korumaya alınması, Doğu Akdeniz’in silahlı çatışma alanına dönüşme riskini de artıracaktır. Bu durum bölgedeki tüm ülkelerin güvenliğini tehdit eder hale getirecektir. Aynı zamanda hava yoluyla veya bulutlar aracılığıyla yayılabilecek kimyasal maddeler, patlayan füzelerden yayılan toz ve gazlar, insan sağlığı üzerinde, kısa ve uzun vadeli ciddi etkiler yaratabileceği sorunudur. Solunum yolu hastalıkları, cilt problemleri, su kaynaklarına karışan zehirli kimyasallar, tarım arazilerinin kirlenmesi gibi, çevresel ciddi risklerle de karşı karşıya olabileceğimizdir. Bu noktada KKTC'nin çevresel koruma birimlerinin, üniversitelerle iş birliği içinde hava ve toprak ölçümleri yapması, su kaynaklarını sürekli denetlemesi, halkı bilgilendirmesi de hayati derecede önemdedir.
Aslında, ekonomik açıdan tehlike de kapıda. Petrol ve doğalgaz fiyatlarının tırmanışı, zaten kırılgan olan Türk Lirası’nın daha fazla değer kaybetmesine neden olabileceği de ortadadır. Bu durum, KKTC’de temel gıda ve enerji fiyatlarına zamlar olarak yansıyacağı, yaşam maliyeti daha da artacağı önemli bir gerçekliktir. Öyle ki, bölgesel savaşın etkileri yalnızca sınır ötesi değil, her evin mutfağına kadar ulaşabileceğidir. Bu gelişmelere karşı acilen geniş kapsamlı, kriz yönetimi planlarının oluşturulması, halkın bilinçlendirilmesi, sivil savunma ve sığınak sistemlerinin güncellenmesi gerekmektedir.
Tüm bu olası senaryolar doğrultusunda, KKTC’de öncelikle yapılması gerekenler şunlardır:
-
Sivil savunma altyapısı ve sığınak sistemlerinin güncellenmesi
-
Acil sağlık, çevre ve kimyasal koruma ekiplerinin güçlendirilmesi
-
Enerji ve su kaynaklarının korunmasına yönelik önleyici tedbirlerin alınması
-
Hava, toprak ve su kalitesinin sürekli olarak izlenmesi
-
Ekonomik dalgalanmalara karşı, alternatif tedarik zincirleri ve destek paketlerinin hazırlanması
-
Kriz dönemlerinde medya, halk sağlığı ve güvenlik kurumları arasında etkili bir iletişim ağı kurulması
Sonuç olarak, içinde bulunduğumuz bu hassas dönemde en büyük tehlike; ne yapılacağına dair net bir strateji olmadan, anlık tepkilerle, dağınık ve plansız bir şekilde hareket edilmesidir.KKTC’nin karşı karşıya olduğu bölgesel tehditlere karşı, sadece askeri değil, toplumsal, ekonomik ve çevresel düzeyde de çok yönlü ve kolektif bir hazırlık yürütülmesi önemlidir. Bu süreçte bireysel siyasal popülizmlerden uzaklaşarak, ortak akılla şekillenen, kapsayıcı ve sürdürülebilir bir kriz yönetimi anlayışının, benimsenmesi de gerekmektedir. Mevcut gelişmeler yalnızca dış kaynaklı tehlikeler değil, içsel zayıflıkları da görünür kılmaktadır. Doğu Akdeniz’de yükselen çatışma riski kontrol edilemeyebilir; ancak bu karmaşanın ortasında duran bir halkın, hazırlıksız ve organize olmadan bu şekilde bırakılması da asla kabul edilemez bir durumdur. Artık sadece dış güçlerden beklentiyle değil, içerideki kapasiteyi harekete geçiren, kendi güvenliğini önceleyen bir yaklaşıma da ihtiyaç vardır. Ortak akıl ve bilinçli hareket; bu dönemin en kritik güvenlik kalkanıdır. Kıbrıs’ta barışın ve huzurun sürdürülebilirliği için, önce kendimizi koruyacak donanıma ve dayanışmaya sahip olmalıyız.
Hazırlıksız ve dağınık bir toplum, en hazırlıklı düşmandan daha büyük bir tehdittir; çünkü dayanışma olmadan, güvenlik sadece bir yanılsamadır!
Mert MAPOLAR, C.Ht.

Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.