Külliye, başkanlık ve birtakım düşünceler…

Yayın Tarihi: 05/09/24 07:00
okuma süresi: 8 dak.
A- A A+

YDP Genel Başkanı Erhan Arıklı’nın böyle beylik tabancası modeli zulada tuttuğu açıklamaları vardır.

Mesela bunlardan bir tanesi limanların özelleştirilmesi meselesidir. Arıklı, canı sıkıldıkça bu haberi gündeme getirir, ardından da üzerinden siyaset döndürür.

Buna benzer bir diğer açıklaması da “başkanlık sistemine geçelim” şeklinde olanıdır.

Nitekim geçen gün de yaptığı açıklamada “düğmeyi yanlış ilikledik, parlamenter rejimi kabul ettik ama keşke başkanlık sistemine geçseydik” diye konuştu.

Vallahi kendisi hangi düğmeden bahseder bilmiyorum ama Kıbrıs’ın kuzeyinde kurulan bu uluslararası hukuk dışı düzen devam ettiği sürece ne düğme ne de ceket sorunlara çare olamaz. Olsa olsa kırtasiye masrafı olur.

Gerçi dün gazete manşetlerinde okudum, basit bir ilkokul çocuğunun kırtasiye masrafı 11.400 TL civarı bir paraya denk geliyormuş!

Varın KKTC’nin isminin ve de cisminin değişimiyle birlikte ortaya çıkacak olan masrafın miktarını siz düşünün!

Ama benim bu makaleyi yazmamın sebebi konunun daha stratejik noktalarına değinmektir, kırtasiye işiyle meşgul olmak değil!

Efendim, velev ki Erhan beyin arzusu gerçek oldu ve bu konu yarın sabahtan itibaren ciddi ciddi gündeme geldi.

Mesela aklıma gelen ilk soru sağ cenahın başkan adayı kim olacak şeklindedir.

Çünkü bildiğiniz üzere KKTC pratikte parlamenter düzene sahip olan bir ‘düzendir’. Buna ek bir de tören paşasından hallice Cumhurbaşkanlığı makamı vardır. Tabii bu tanımlamayı iç siyaset açısında yapıyorum çünkü son 4 yıldır olmasa da bu makamın bir de ‘toplum liderliği’ vasfı vardır ki hayati bir mevzudur.

Bu makamın yürütme üzerindeki yetkisi sınırlıdır. Hükümeti kuramaz, bakanları atayamaz, devletin yönetimini üstlenmez filan…

Ama başkanlık sisteminde durum böyle değildir. Adı üzerinde bir başkan vardır ve devleti yöneten kişi de odur.

Ha bu yönetim ABD’deki gibi güçler ayrılığı ilkesinin çok keskin çizgilerle belirlendiği, yargının çok güçlü olduğu, kontrol mekanizmasının ciddi anlamda çalıştığı bir şekilde de olabilir, Türkiye’deki gibi gücün pratikte tek adam rejimi etrafında toplandığı şekliyle de olabilir.

Bu durum toplumların demokrasi seviyesi, sosyal durumu, ekonomik çeşitliliği ve daha birçok olgusuyla şekillenir.

Fakat çok teorik konuşmadan öteye, dediğim gibi eğer yarın sabah bu konu gündeme gelirse, hazır külliye de tamamlanıyor, onun ‘görkemi’ hürmetine iş ciddiye binerse, bu koltuğa namzet adaylar kim ya da kimler olur?

Bana sorarsanız böylesi bir gelişmede en büyük sıkıntıyı çekecek olan parti elbette ki UBP olur.

Çünkü öylesi bir durumda kafadan iki tane doğal adayı olan parti yine UBP’dir.

Bunlardan birincisi UBP’nin eski başkanı, şimdiki Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’dır. İkincisi ise şu anki Başbakan Ünal Üstel’dir.

Seçimlere bir yıl kadar bir süre kalmasına rağmen Tatar, birkaç üstü kapalı mesaj ve birkaç zoraki soruya cevap niteliğinden öteye gitmeyecek şekilde henüz aday olduğunu söylemiş değildir.

Geçenlerde “gelişmeler beni işaret ediyor” şeklinde bir açıklama yapmıştır ancak o gelişmelerin ne olduğunu henüz bilemiyoruz.

Yine geçtiğimiz gün yapılan hamaset ayini nitelikli bir konferansta konuşan Başbakan Ünal Üstel ise “Cumhurbaşkanımız Ersin Tatar’ın ortaya koyduğu iki devletli çözüm modeline desteğimiz tamdır” ifadelerini kullanmıştır.

Bu ifadelere bakanlar, UBP’nin 2025 Ekim’indeki seçimdeki adayının Tatar olduğunu düşünebilirler.

Peki aynı Üstel, eğer ki Erhan beyin hayali gerçek olur da bu sisteme geçmek ciddi bir noktaya evrilir, ülkenin en yüksek ita amiri olma görevini Tatar’a bırakır mı?

Esas soru budur.

Şu anda Başbakan olarak ülkenin hakimi olan, kendi ifadesiyle ‘Türkiye ile tam bir uyum içinde olan’ Üstel hükümeti, yine aynı şekilde bir ‘övünç’ kaynağı olarak “Türkiye ile tam bir uyum içinde” olduğunu söyleyen Tatar ‘yönetimiyle’ çelişmeyecek mi?

Yoksa hangisinin daha ‘uyumlu’ olduğuna mı bakılacak?

Bakınız bu makaleyi kaleme almama neden olan şey sadece Arıklı’nın yaptığı açıklama değildir. Başka şüphelerim de var.

Mesela geçen gece arkadaşlarla külliyenin oradan geçerken, inşaa edilen yapının muazzamlığı dikkatimi çekti.

Yani Roma tapınağı tadında inşaa edilen bu ‘yerleşke’, bu garibim parlamenter rejimli KKTC için mi yapılıyor kuzum?

Yoksa Türkiyeli yetkililerin son dönemde sık sık söylediği -muhtemelen başkanlık sisteminin hüküm süreceği- “Kıbrıs Türk Devleti” için mi yapılıyor?

Vallahi yeri gelmişken, son dönemde duyduğum en ilginç dedikoduyu da ekleyerek sorarsam, yoksa bu ‘yerleşke’ Birleşik Federal Kıbrıs için mi yapılıyor?

Şimdi bu son yazdığım tabii ki dedikodu. Elbette güzel bir dedikodu. Keşke gerçek olsa.

O yüzden de tekrardan konumuza dönecek olursak, bu yeni yapı, ‘yeni bir düzenleme için yapılıyor’ demek, bunu böyle savlamak herhalde en olası ihtimal olur.

Hele de dün katıldığı bir TV programında, külliyenin inşaatına karşı saman alevi gibi protestolar yapan ancak sonra sinip kalan CTP’mizin de orada görev yapacağını söyleyen milletvekili Teberrüken Uluçay’ın bu ifadelerinden sonra insan şüphe etmiyor değil.

Dolayısıyla, gelinen noktada -ve de külliye inşaatının açılışı yaklaştık sonra-, başkanlık sistemi tartışmaları da gündemimize illa ki gelecektir diye düşünüyorum.

Öte yandan Arıklı’nın bildiği ya da hayal ettiği başka şeyler olabilir, bilemem. Ama onun da benim de bildiğim şey, bu işin kısa dönemde UBP içinde adaylık sancılarına neden olacağı gerçeğidir.

CTP bu konuda külliyeye gidip oturup, tabiri caizse, tükürdüğünü yalama dışında bir sıkıntıya sahip değildir çünkü onların adayı çoktan bellidir: Tufan Erhürman.

Peki ya UBP?

İşte onların adayı hiç belli değildir.

Uzun lafın kısası, evet, seçimlere daha bir yıllık bir süre vardır. Bazı şeyleri konuşmak için erken olabilir.

Fakat KKTC gibi “oldu bittilerin” çok doğal, etik dışılığın yeni normal, yandaşlık konseptinin geçerli akçe ama ondan öte popülizmin altın değerinde olduğu yerde aniden başkanlık sistemi tartışmalarının ortasında kalmamız içten bile değildir.

Hele de artık devlet yönetimlerinde -yasama, yürütme, yargı- dışında dördüncü element olarak iyice yerleşen ‘algı-bilgi yönetimi’ meselesi varken, bunun KKTC gündeminde hemen yer bulması an meselesidir.

Malum, bir sürü “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olup’ halkı bilgilendiren, şekillendiren neferimiz de vardır.

Medya okur-yazarlığı seviyesi düşük, okuma alışkanlığı az ve serde bulunan dedikodu da bu işin içine eklenince yukarıda bahsettiğim algı, şıp diye oluşturulur.

Toparlayacak olursam, en sonunda yazacağım şey şudur ki, bu düzen kökten değişmediği sürece, yani Kıbrıs sorunu bitmediği sürece, bizim hayır etmeyeceğimiz gerçeğidir.

O yüzden dileyelim ki o garip dedikodu gerçek olsun. Bu yerleşke yeni birleşik devletin yuvası olsun.

Çok mu hayal?

E ne yani hayal kurmak da mı yasak?


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Kıbrıs Postası’nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Ulaş BARIŞ yazıları