Toplumun görünmez tükenmişliği
Sokakta yürürken insanların yüzlerine bakıyor musunuz? Hani öylesine değil; gerçekten bakmak… Ben bazen deniyorum. Çoğu zaman da içimi bir tuhaflık kaplıyor. Çünkü o yüzlerde ortak bir ifade görüyorum: Yorgunluk. Hem de öyle böyle bir yorgunluk değil; tarifi zor, görünmez, içten içe kemiren bir hâl. Sanki herkes aynı yerden yaralı ama kimse yara izini göstermiyor.
Bu yorgunluk sadece fiziksel değil. Gecenin bir yarısı uyanıp “Yarın nasıl yetişeceğim?” diye düşünmekten, sabah alarm çaldığında beş dakika daha uyumayı istemekten fazlası… Bu, ruhun yorulması. Sessiz bir tükenmişlik. Çoğu zaman kimse fark etmiyor çünkü herkes kendi yorgunluğuna gömülmüş durumda.
Ekonomik şartlar, belirsizlik, sürekli değişen gündem… Elbette bunların payı büyük. Ama bence mesele bundan daha derin. İnsanlar hayatla ilişkisini kaybediyor. Sabah işe giderken neden gittiğini bilmeden gidiyor. Çocuk okula giderken neden okuduğunu bilmeden okuyor. Bu anlam kaybı, insanın omuzlarına görünmez bir ağırlık olarak çöküyor.
Bir de hız var… Hayat eskiden böyle hızlı değildi. İnsanlar birbirine selam verirdi, iki dakika ayaküstü sohbet etmek için zaman yaratırdı. Şimdi herkes telefonuna gömülü. Sosyal medya akıyor, haberler akıyor, gündem değişiyor. Bütün bu akışın içinde insanın kendi duygularına yer kalmıyor. O yüzden yoruluyoruz. Üst üste biriken duygular sağlıklı bir şekilde çıkış bulamadığı için içimizde bir basınç oluşturuyor.
Akşam eve dönerken metroda, otobüste, trafikte insanların yüzlerine bakıyorum. Kimi dalgın, kimi gergin, kimi umutsuz… Ama en çok şu ifade var: “Bitkinim.” Garip olan şu ki, kimse bunu konuşmuyor. Kimse “Yoruldum” demek istemiyor. Sanki yorgunluk bir zayıflıkmış gibi görülüyor. Oysa insan yorulur. Yorulmak ayıp değil, yasak değil, kusur değil.
Ben bu sessiz yorgunluğu en çok küçük anlarda fark ediyorum. Market kasasında çalışan genç kızın soluk yüzünde… Sabahın köründe simit tezgâhını açan adamın bakışlarında… Öğrencinin derse girerken bile omuzlarının düşüklüğünde… Arkadaş sohbetlerinde “boş vereyim” deyip içten içe gülümsemeye çalışırken… Herkesin içinde bir sessizlik var ve o sessizlik yorgunluğun sesi.
Peki ne yapacağız?
Bu sorunun devleti, sistemi, şirketleri aşan bir tarafı var: İnsan insana iyi gelmeden bu yorgunluk geçmez. Bir selam, bir hâl hatır, bir çay daveti… Bunlar eskisi kadar değersiz değil, aksine bugün çok daha kıymetli.
Bir de kendimize karşı dürüst olmamız gerekiyor. Yorulduğumuzda bunu kabul etmek, kendimize molalar vermek, küçük mutlulukları çoğaltmak… Çünkü modern hayat hepimizi aynı yarışa soktu ama kimse yarışın finiş çizgisini tarif edemedi. Sonu olmayan bir yarışta yorulmak çok normal.
Belki bugün birine gülümsemeyi deneyin. Belki bir arkadaşınıza mesaj atın. Belki kendinize beş dakikalık bir yürüyüş armağan edin. Küçük şeyler büyük yorgunlukları hafifletebilir.
Sessiz yorgunluk, ancak görünür hâle gelirse hafifler.
Belki artık konuşmanın zamanı gelmiştir.
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.