Tiyatro salonlarının boşluğu

Yayın Tarihi: 28/11/25 07:30
okuma süresi: 5 dak.

Bir zamanlar tiyatro salonları bambaşkaydı. Işıklar yavaşça kararırken içeride tatlı bir uğultu olur, insanlar yerlerine otururken bile bir heyecan taşırdı. Sahnenin ortasında duran boş dekor bile insanda merak uyandırırdı. Çünkü az sonra yaşanacak olan şey tek ve özeldi. Her oyun biricikti, her temsil bir daha aynı şekilde oynanmayacaktı.

Bugün ise birçok oyunda koltukların yarısı boş. Bilet fiyatları, ekonomik durum, yoğun iş temposu, dijital platformların cazibesi… Evet, bunların hepsi bir etken. Ama mesele sadece kültür tüketim alışkanlıklarımızdaki değişim değil. Tiyatro salonlarının boşluğu aslında daha derin bir toplumsal dönüşümün işareti.

Tiyatro insanı insana gösteren bir sanat. Bir oyuncu sahnede ağlarken, seyircinin de içindeki bir şey titrer. Bir karakter bağırırken, bir yerde bizim söyleyemediğimiz sözleri haykırır. Biz de rahatlarız. Kısacası tiyatro sahne üzerindeki hikâyeyi bizim içimizdeki duyguyla buluşturur. Şimdi soralım: İnsanlar en çok neden kaçıyor? Kendilerini görmeye cesaret etmekten.

Dijital içerikler bizi rahatlatıyor çünkü düşünmemizi gerektirmiyor. Ekran karşısında 8 saat diziyi arka arkaya izleyebiliyoruz. Çünkü orada hikâye bize sunuluyor; bizden bir yoğunlaşma, bir yüzleşme beklenmiyor. Tiyatro ise tam tersi: Senden odaklanmanı istiyor. Oyun boyunca telefonuna bakamıyorsun. Reklam yok, kaçış yok, durdur tuşu yok. O anla yüzleşmek zorundasın.

Belki de bu yüzden kaçıyoruz. Çünkü tiyatroda insan kendi aynasını görüyor. Ve modern insan aynaya bakmaktan korkuyor.

Bir diğer mesele de şu: Topluluk hissini kaybettik. Eskiden tiyatroya gitmek bir sosyalleşme âdetiydi. “Oyundan sonra çorba içer miyiz?” planı bile başlı başına bir neşe getirirdi. Şimdi insanlar yalnızlaşmış durumda. Herkes kendi ekranında, kendi odasında, kendi dünyasında… Tiyatronun izleyiciyle kurduğu topluluk bağı kopuyor.

Ama işin ilginç yanı şu: Boş salonlar oyuncuları üzüyor ama seyirciyi de kaybettikçe toplumun sesi kısılıyor. Çünkü tiyatro bir şehre ruh veren yerlerden biridir. Her perde açılışı, o şehrin nefes alışıdır. Salonlar boşaldıkça şehir de biraz daha sessizleşiyor sanki.

Ben bazen küçük bir tiyatroya gidip arkadaki koltuklara oturuyorum. Oyuncular sahnede devleşiyor, hikâye büyüyor, ama o boş koltuklar içimi burkuyor. “Burada bir hayat yaşanıyor, bir hikâye anlatılıyor… İnsanlar neden gelmiyor?” diye düşünüyorum. Evet, ekonomik zorluklar çok büyük. Ama mesele sadece o değil. Mesele zaman ayıramamak, dikkat ayıramamak, kendine bir sanat molası verememek.

Bir de şunu kabul etmek gerekiyor: Tiyatroya gitmek bir emek meselesidir. Üşenmeyeceksin, plan yapacaksın, çıkıp gideceksin. Oysa elimizin altında yüzlerce dizi, binlerce içerik varken insan bedensel olarak hareket etmeye bile üşeniyor.

Ama tiyatronun kendine has bir iyileştirme gücü var. Bir repliğin çarpıcılığı, bir oyuncunun gözündeki yaş, sahnede yapılan küçük bir hata… Bunların hepsi insana iyi geliyor. Çünkü insanın en çok ihtiyaç duyduğu şey gerçeklik. Tiyatro işte o gerçekliği veriyor: filtre yok, efekt yok, sahte ışık yok. İnsan insana dokunuyor.

Bu yüzden tiyatro salonlarının boşluğu sadece kültürel bir gösterge değil; duygusal ve toplumsal bir alarm. Bir şehri en iyi tiyatroları anlatır; çünkü tiyatro yaşayan bir hafızadır.

Bugün bir tiyatro salonu doldurulmadığında, sadece bir oyun eksilmiyor.
Bir yüzleşme eksiliyor.
Bir duygu eksiliyor.
Bir topluluk hissi eksiliyor.
Bir şehir sessizleşiyor.

Belki bu hafta bir oyuna gitmeyi deneyebilirsiniz. Çok büyük bir şey yapmış olmazsınız ama bir koltuğu doldurursunuz. O koltuk da belki bir şehrin ruhunu tekrar hatırlatır.


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Kıbrıs Postası’nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Dr. Ferhat ATİK yazıları