Sufi bakışıyla günlük hayat

Yayın Tarihi: 05/12/25 07:30
okuma süresi: 4 dak.

Bugünün dünyasında hız, neredeyse bir meziyet gibi sunuluyor. Ne kadar hızlı çalışırsan, ne kadar hızlı tüketirsen, ne kadar hızlı yetişirsen… O kadar “başarılı” sayılıyorsun. Ama bir yandan da herkes yorgun, herkes yılgın, herkes günün bir yerinde gizlice şu cümleyi kuruyor:
“Biraz yavaşlasam, nefes alsam…”

İşte tam burada Sufîlerin yüzyıllardır söylediği bir söz devreye giriyor:
“Acele şeytandandır, sükûnet Rahman’dandır.”
Bu cümlenin, modern zamanlara böylesine uygun olacağını kim tahmin ederdi? Bugün dünyanın her köşesinde mindfulness konuşuluyor, meditasyon uygulamaları indirilip duruyor, insanlar şehirden kaçıp sessizlik kamplarına gidiyor. Oysa Sufîler için mesele çok daha sade:
Günlük hayatı bir ibadete çevirmek.

Peki bu nasıl olacak?
Yavaşlayarak.

Sufi geleneğinde “yavaşlık”, sadece fiziksel bir yavaşlık değildir. Ruhun aceleciliğini bırakması, zihnin telaşını azaltması, kalbin ritmini duymasıdır. Bir tasavvuf ustasının dediği gibi:
“Yavaşlayan, varlığını duyar. Acele eden kendini duyamaz.”

Bugünün şehir hayatında sabah kalkıp hızlıca hazırlanıyor, hızlıca işe gidiyor, hızlıca yemeğimizi yiyor, hızlıca toplantı yapıyor, hızlıca eve dönüyor ve hızlıca uyuyoruz.
Bu hızın içinde insan kendi ruhunu kaybediyor.

Oysa Sufî bakışında sıradan bir an bile kutsaldır.
Bir bardak çay doldurmak.
Bir sokağı yürümek.
Bir kapıyı kapamak.
Hepsi bir “farkındalık” pratiğine dönüşebilir.

Mevlânâ’nın “Ne arıyorsan kendinde ara” sözü, modern insanın yavaşlama ihtiyacının en açık tercümesi aslında. Çünkü insan hızlandıkça, kendi merkezinden uzaklaşıyor. Kendi merkezinden uzaklaştıkça huzuru dışarıda arıyor. Oysa Sufî der ki:
“Merkezine dön. Yavaşla. Sesini duy.”

Sufîler için yavaşlık pasiflik değildir. Tam tersine aktif bir bilinç hâlidir.
Bir mürşit şöyle anlatır:
“Yavaşlık; kalbin yürüyüşüdür. Ayakların değil.”

Günlük hayatta bunu nasıl uygulayabiliriz?

  • Yemeği aceleyle değil, tadına vararak yemek.

  • Yürürken adımlarının sesini duymak.

  • Birine cevap vermeden önce bir nefes almak.

  • Bir konuşmayı kesmeden dinlemek.

  • Sabah telefon yerine gökyüzüne bakmak.

  • Kısa bir dua veya niyetle güne başlamak.

Bunların hepsi, Sufî geleneğinde “şuurla yaşamak” olarak geçiyor.
Yani hayatın içinde kaybolmamak, hayatın farkında olmak.

Modern insan çoğu zaman “yavaşlamanın lüks olduğunu” düşünüyor.
Oysa belki de asıl lüks, bu hızlı hayatın içinde kendini unutmaktır.

Bir düşünün:
Siz en son ne zaman hiçbir şey yapmadan oturdunuz?
En son ne zaman bir sözü sindire sindire duydunuz?
En son ne zaman bir çiçeğe uzun uzun baktınız?

Sufî bakışında yavaşlamak, ibadetin bir parçası değil; ibadetin ta kendisidir. Çünkü insan yavaşladığında, kalbî bağı daha net hisseder. Yavaşladığında teşekkür etmeyi hatırlar. Yavaşladığında “anda olma” duygusu güçlenir.

Belki de bu çağda yapabileceğimiz en büyük devrim, hızın ortasında bir an durmak ve kendimize fısıldamak olabilir:
“Ben buradayım.”


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Kıbrıs Postası’nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Dr. Ferhat ATİK yazıları