Evlerimizin duvarlarında yazmıyor ama çocuklarımızın kalplerinde çok net: “Bu evde ne değerli?”
Bu köşe yazımda benim için çok kıymetli bir konuya değinmek istiyorum... Değerler.
“Zeytin ağaçları sabırlı, kökleri derinlerde, peki bizim evlerin kökleri hangi değerlere tutunuyor? Çocuklarımız bunları davranışlarımızdan nasıl okuyor?” diye düşünürken kendime sordum: Ben neye değer veriyorum? Çocuğuma kendisiyle, toplumla ilgili neyi aktarmak istiyorum?
Değer nedir, “iyi insan ol” demekten farkı ne?
Bizde değer konuşulunca genelde iki cümle geliyor: “Önemli olan iyi insan olsun.” Ve/veya “Büyüklerine saygılı olsun, kimseye zarar vermesin.”
Bunlar elbette kıymetli, ama değer dediğimiz şey bundan daha somut ve daha yönlendirici bir pusuladır doğrusu. Değer; hayatı nasıl yaşamak istediğimizi, ilişkilerimizde nasıl bir insan olmak istediğimizi gösteren yön duygusudur.
Örneğin, “adalet” benim için değer mi, yoksa çocuğum sınava hazırlanırken torpil aramayı normal mi buluyorum? “Bağlılık” mı önemli, yoksa ilk zorlukta kapıyı çarpıp giden mi oluyorum? “Şefkat”
değerimse, bunu sadece çocuğum ağladığında mı gösteriyorum, yoksa kızdığımda da tonu koruyabiliyor muyum? “İyi insan ol” çok genel bir dilek. Değerler ise bu dileği somutlaştırır… “İyi insan” derken aslında neyi kastediyoruz sorusuna bir yol göstericiler dizisidir değerler.
Çocuklar, duyduklarını değil, gördüklerini öğreniyor
Çocuğumuzun değerler eğitimi, masaya oturup “Bugün değerler dersimiz var” dediğimiz anda
başlamıyor -ve zaten kimse de bunu yapmıyor-, aslında değerlerin içselleştirilmesi günlük hayatımızda modellerimizden (bu genellikle anne, baba, öğretmen oluyor) gördüklerimizle başlıyor. Trafikte biri önümüze kırdığında verdiğimiz tepki, markette kasiyere nasıl davrandığımız, eve yorgun geldiğimizde birbirimize nasıl seslendiğimiz… Bunlar, çocuğun “insan insana nasıl davranır?” sorusuna aldığı günlük cevaplar.
Evde yüksek ses, küçümseme, sürekli şikayet hakimse; çocuk şu mesajı duyabiliyor “Duygular pek önemli değil, önemli olan haklı çıkmak.” Evde konuşmaya, paylaşmaya izin varsa ve konuşulduğunda dinleniliyorsa, hata yapmaya alan tanınıyorsa, özür dileyebilen yetişkin varsa, şuna tanık oluyor “Hata da insana ait, önemli olan ilişkide kalabilmek.” Yani çocuğumuz, bizim değerlerimizi çoğu zaman
kelimelerden değil, atmosferden çekiyor içine.
Duygular ve güven: Değerlerin görünmeyen kökleri
Değerlerden bahsederken duyguları ve güveni ayrı düşünemeyiz. Eğer evde çocuğunuzun duygusu sık sık “abartma”, “saçmalama” diye geçiştiriliyorsa, yetişkinler kendi hislerini hiç konuşmuyorsa, çocuğunuz bir sıkıntı anlattığında hemen “Sen de şöyle yapmasaydın” diye suçlanıyorsa, orada şefkat, açıklık, adalet gibi güzel kelimeler duvarda kalsa da kalbe inmediği anlamına gelir.
Güven, çocuğun içinden şu cümlenin geçebilmesidir “Hata da yapsam, ağlasam da, zor bir şey anlatsam da, bu evde beni dinlerler.” İşte bu güven duygusu, değerleri davranışa bağlayan köktür aslında. Güven yoksa, çocuk ya susar, ya rol yapar ve ikisi de kendi değerlerini fark etmesini, doğal olarak da pusulasını görmeyi zorlaştırır.
Araçlar ne zaman amaca dönüşüyor?
Bugün Kıbrıs’ta –ve aslında dünyanın birçok yerinde– değerlerden konuşurken gözden kaçırdığımız, çok değerli Mehmet Sungur hocamın da sık sık vurguladığı bir kayma var: Araçların, amaca
dönüşmesi. Okul, öğrenmek için bir araçken sırf not ve diploma için yaşanan bir “yarış”a dönüşüyor, para, güvenlik ve özgürlük sağlayan bir araçken, “Ne pahasına olursa olsun daha fazlası” halini alıyor, telefon ve tablet, iletişim ve eğlence aracı iken, ilişkilerin ve duygu paylaşımının yerini alıyor.
Sonra çocuklarımızla konuşurken şöyle cümleler kuruyoruz: “Yeter ki iyi bir mesleğin olsun, yeter ki kimseye muhtaç olma.” Bununla birlikte şu mesajı da veriyoruz fark etmeden: “Yeter ki başarılı ol, nasıl hissettiğin o kadar önemli değil; yeter ki dışarıdan iyi görün, içeride ne yaşadığın çok da değerli değil.” Böyle bir ortamda büyüyen çocuk, kendi değerini de ücret bordrosuyla, not ortalamasıyla, sosyal medyadaki beğeni sayısıyla ölçmeye başlıyor ve asıl değersizlik duygusu burada kendini gösteriyor.
Peki ne yapabiliriz?
Bu yazıyı okuyan bir anne, baba, öğretmen ya da sadece kendi iç dünyasını merak eden biriysen, sana kendine sorman için çeşitli sorular bırakmak istiyorum:
Ben bugün neye göre yaşadım? Sabır mı, nezaket mi, cesaret mi, şefkat mi? Yoksa bunların eksikliğimi daha çok gün yüzündeydi?
Çocuğuma, öğrencime, partnerime, meslektaşıma nasıl davranırken “Evet, bu benim olmak istediğim insan” diyebilirim?
Belki akşam sofrada şu soruları konuşabilirsiniz: “Bizim evde sadakat -ya da konuşmak istediğiniz bir başka değeriniz- nasıl gösteriliyor? Bunun için biz yetişkinler neyi bir tık farklı yapabiliriz?”
Çünkü çocuklara “saygılı ol, empatik ol, iyi insan ol” demeden önce, bizim şu soruyu kendimize
sormamız gerekiyor “Ben bugün, kendi duygumu ve başkalarının duygularını gerçekten önemseyen biri gibi yaşadım mı?”
Değerler, duvara asılı listeler değil, gün içinde ufak ufak seçtiğimiz tavırlardır, tabii ki bu tavırlarda bizim kişiğimizi ve geleceğimizi oluşturur. Belki de kaybolduğunu düşündüğümüz değerleririmiz, aslında hiçbir yere gitmedi. Sadece biz, günlük telaş içinde onların sesini kısmaya başladık.
Şimdi yapmamız gereken, şunu sormak “Benim için gerçekten ne değerli? Ve çocuklarım, öğrencilerim bunu benden nasıl görüyor?”
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.