Empati, aşırısı zarar, eksikliği yük… peki dengeyi nasıl bulacağız?
Son birkaç haftadır değerlerden ve başkalarının duygularını önemsemekle ilgili yazıyorum. Bugün köşe yazımda toplum içinde aslında en çok duyduğumuz bölümünden bahsetmek istiyorum: Empati. Hepimizin dilinde olan bu kavram, günlük hayatta hem çok övülüyor hem de sık sık yanlış anlaşılıyor. Kimimiz “çocuğumda empati yok” diye kaygılanıyor, kimimiz “fazla empatik olduğu için çabuk üzülüyor” diye endişe ediyor. Peki empati gerçekten nedir? Ne değildir? Neden bireysel gelişimden toplum düzenine kadar bu kadar belirleyici bir rol oynar?
En sade hâliyle empati, karşımızdaki kişinin ne hissettiğini anlamaya çalışmak ve o duyguya içsel bir yer açmaktır. Bir olayın karşı tarafta nasıl bir his bıraktığını merak etmek, onun gözünden bakmayı denemek… Bazen bir bakıştan, bazen bir cümleden bunu sezeriz. Küçük bir örnek: Çocuğunuz okuldan eve gelip çantasını yere atıp odasına kapanıyor. Empati, “Saygısızlık yapma!” demeden önce
“Acaba bugün ne oldu da bu kadar gerildi?” diye sorabilmektir. Ergenler için de geçerlidir, arkadaşınız mesajınıza geç cevap veriyor diye hemen öfkelenmek yerine, “Belki zor bir gün geçiriyordur” diye düşünebilmek empati becerisi gerektiren durumlardan biridir.
Empati, başkasının duygusunu üstlenmek değildir. Gözyaşına gözyaşı ile karşılık vermek zorunda değiliz. Ama o duyguyu ciddiye almak, “Ben seninle aynı yerde durmasam da senin hissettiğin şey
gerçektir” diyebilmek, insan ilişkilerinin temel taşıdır. Zaten besleyici ilişkilerin hepsi — ister çocukla ebeveyn arasında olsun, ister dostlukta ya da romantik bir bağda- anlamanın ve anlaşılıyor olmanın sessiz ama güçlü köklerinden doğmuyor mu? Çocuklar açısından düşünelim... Bir arkadaşının düşüp dizini yaraladığını gören bir çocuğun yanına gidip “acıyor mu?” diye sorması bir empati göstegesidir, ama onunla birlikte yere oturup ağlaması gerekmez. Aynı şekilde bir gencin, arkadaşının sınavdan düşük not aldığı için üzgün olduğunu “görebilmesi” empatidir. Onun yerine üzülmesi gerekmiyor, sadece o duygunun varlığına saygı duyması yeter.
Empatinin getirileri saymakla bitmez. Aile içinde çatışmaları azaltır, ilişkilerin kalitesini artırır, hem çocuklara hem yetişkinlere güvenli alan sağlar. Evde empati olduğunda, çocuk kendini savunmaya
değil, anlatmaya yönelir. Eşler birbirini dinler, sadece “haklı çıkmak” için değil, “anlamak” için iletişim kurarlar. Gençler için empati, arkadaşlık bağlarının güçlenmesini sağlar. Yanlış anlaşılmalar azalır, dostluklar daha derinleşir. Tabii ki bu işin birde toplumsal düzeyi var, bu bağlamda baktığımızda
empati, birlikte yaşamın sigortasıdır. Kıbrıs gibi küçük topluluklarda özellikle önemlidir, çünkü
herkesin birbirini tanıdığı yerlerde empati yoksa, kırgınlıklar çabuk büyür, ilişkiler hızla zarar görür. Sokakta, trafikte, işyerinde empati davranışını görmediğimizde toplumun dokusu yıpranır. “Kimse kimseyi düşünmüyor artık” cümlesi bu yıpranmanın sonucu olarak ortaya çıkıverir.
Peki empatinin eksileri ya da riskleri yok mu? Elbette, her şey gibi bunun da fazlası zarar verici
olabiliyor. Empati çok değerlidir ama sınırla birleşmediğinde kişiye zarar da verebilir. Aşırı empati, yani herkesin duygusunu kendi üstüne bir sorumluluk gibi almak, özellikle gençlerde ve bazı kişilik
yapılarında sık görülür. Bir arkadaşının üzülmesine dayanamayarak kendi ihtiyaçlarını geri plana atan bir genç, zamanla tükenebilir. Çocuğunun her duygusunu kendi sorumluluğu gibi hisseden bir yetişkin, bir süre sonra kendine yer kalmadığını fark eder. Bu tür aşırı yüklenmelerde empati bir
erdem olmaktan çıkar, kişinin sırtına giydiği ağır bir ceket haline gelir, ve bazen de hem kendine hem de çevreye olan kırgınlığı doğurur. Bu yüzden sağlıklı empati, anlamayla birlikte, sınır koyma ve saygı üçlüsüyle birlikte düşünülmelidir.
Empatiyi konuşurken ebeveynlerin aklında bazen şu sorular belirebiliyor “Çocuğuma empatiyi nasıl öğretebilirim?” Cevabı çok basittir: Model olmak... Çocuklar empatiyi ders gibi değil, yaşantı yoluyla öğrenir. Evde yetişkinler birbirine nasıl davranıyorsa, çocuk da o dili içselleştirir. Anne üzülünce baba
küçümseyici bir tonda konuşuyorsa, çocuk üzüntünün önemsiz olduğunu ve ya zayıflık olduğunu öğrenebilir. Baba öfkelenince anne susup içe kapanıyorsa, çocuk öfkeden kaçılır, duygular saklanır mesajı alır. Böyle ortamlarda empati konuşulabilir ama malesef yaşanmaz. Bu çocuklar büyüdüklerinde de aynı kalıpları ilişkilerine taşır, arkadaşlıklarında kendi duygusunu anlatamaz, işyerinde yanlış anlaşılmaktan korkarak kendisini ifade edemez, romantik ilişkilerde bağ kurarken zorlanır. Araştırmalar gösteriyor ki, empati becerisinin eksikliği, yetişkinlikte yalnızlık hissini, düşük yaşam doyumunu ve zorlayıcı iletişim örüntülerini beraberinde getirebilir.
Toplum ve bireysel gelişim için empatinin önemine de biraz değinecek olursam kısaca şunu söyleyebilirim, empati, hem çatışmayı azaltır hem de bağ kurmayı artırır. Bir toplumda empati
arttıkça, insanlar birbirine daha az zarar verir, daha az kırar, daha çok destek olur. Kıbrıs gibi yüz yüze ilişkilerin yoğun olduğu toplumlarda empati, sosyal dayanışmanın temelidir. Ayrıca birey düzeyinde empati, kişinin duygusal zekasını yükseltir, özgüvenini artırır ve daha sağlıklı ilişkiler kurmasını sağlar, bunlar da beraberinde hem iş hem de özel hayattaki doyumu getirir.
Empati, insana verilmiş bir armağandır; ama onu nasıl kullandığımız bize kalır. Ne eksik olmalı ne de taşacak kadar fazla… Dengede olduğunda, hem kendimize hem başkalarına iyi gelir. Bu yüzden bugün kendimize şu soruyu sorabiliriz:
“Ben, karşımdakinin duygusunu gerçekten duymaya hazır mıyım?”
Belki de sağlıklı ilişkilerin başlangıcı, tam olarak bu soruda saklıdır. Sağlıklı günler dilerim...
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.