BİRAZ AYDINLIK

Mert MAPOLAR, C.Ht.
mertmapolar@gmail.com
Mert MAPOLAR, C.Ht.

Kıbrıs’ta yeni denklem: SAFE hamlesi mi, stratejik dönüşüm mü?

Yayın Tarihi: 07/11/25 07:30
okuma süresi: 11 dak.

MERT MAPOLAR’IN KÖŞE YAZISINI SESLİ DİNLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ

Avrupa Birliği’nin savunma ve güvenlik finansmanını yöneten, SAFE (Security and Defence Fund Europe) programı, Türkiye için yeni bir diplomatik kapı aralıyor. Ankara, bu fon ve savunma entegrasyonu sürecinden yararlanabilmek için, Kıbrıs politikasında taktiksel bir esneklik mi gösterecek, yoksa bu kez stratejik bir dönüşüm mü yaşanacak? Erhürman’ın Cumhurbaşkanlığı dönemi, müzakere psikolojisiyle dış politikanın kesiştiği yeni bir sınav sahnesine dönüşmek üzere...

BM’nin Kıbrıs özel temsilcilerinin, adaya dönmesiyle yeniden hareketlenen masada, iki temel gerçek var: Uluslararası aktörlerin sürece müdahil olma iradesi ve yerel aktörlerin bu iradeyi kendi iç siyasetleri için okuma eğilimi. Geçen haftalardaki görüşmelerde Khassim Diagne’nin temasları ve Maria Ángela Holguin’in adaya beklenen gelişi, BM’nin süreci canlandırma niyetinin somut işaretleri olarak okunmalı. Ancak bu tür diplomatik canlanma anlarında, kilit soru şu: Bu hareketlilik gerçek bir müzakere fırsatı mı yoksa, aktörlerin dış politika ve iç dengeler için kullandıkları birer araç mı?

Erhürman faktörü: umut mu, geciktirme taktiği mi?

Tufan Erhürman’ın seçim zaferi, hem iç hem dış siyasette yeni beklentiler yarattı. Reuters ve bölge haberleri, Erhürman’ı “ılımlı, müzakere yanlısı” bir profil olarak tanımlayarak, Kıbrıs’ta müzakere umudunu yeniden canlandırdı. Ancak bu umut, hem Rum siyaseti içinde hem de Ankara’da farklı hesapların tetiklediği, bir dizi denge oyununa da açıktır. Zira Erhürman’ın, yönetimini nasıl kuracağı, müzakere heyetini nasıl şekillendireceği ve Ankara ziyaretinin zamanlaması, sürecin yönünü de belirleyecektir.

Türkiye’nin, SAFE hesapları: neden Kıbrıs’ta “manevra” gerektirebilir?

AB’nin yeni güvenlik / defense mekanizmaları (SAFE / benzeri girişimler) ve Avrupa’nın savunma yatırımlarına erişim, Ankara için stratejik ve ekonomik bir hedef hâline geliyor. Gazetecilik analizleri ve Türk haber ajansları, Ankara’nın bu tür mekanizmalara, tam katılım veya daha derin entegrasyon için, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın itirazlarını kaldıracak, diplomatik kazanımlar peşinde olduğunu da öne sürüyor. Böyle bir hedef, Kıbrıs meselesinde taktiksel yumuşama veya format değişikliğine yol açabilir; örneğin söylemde “federasyon” başlığını daha esnek bir çerçeveyle, yeniden tanımlama gayreti ortaya çıkabilir. Ancak stratejik hedef, ada üzerinde etkinlik ve güvenlik kaygılarını gözetmeyi de gerektirebilir.

Senaryolar: olası yol haritaları ve riskler...

  1. Müzakereleri canlandırma + güven artırma (en olumlu durum olabilir!): Holguin’in ziyaretleri ve üçlü görüşmeler, sınırlı takvim ve gündemle başlar; güven artırıcı önlemlere yönelik adımlarla paralel yürütülür. Bu senaryo, Ankara’nın belirli ödünlerle (geçici, teknik veya ekonomik işbirliği) AB mekanizmalarına erişim kapılarını aralamasıyla desteklenebilir. Oluşabilecek riskler: Rum tarafında takvim baskısı ve KKTC’de milliyetçi reaksiyon.

  2. Taktiksel manevra; söylem değişikliği, özde aynı hedef (muhtemel durum olabilir!): Türkiye, stratejisini değiştirmeden söylemde esnek görünür; “gevşek federasyon” kavramı veya federasyon etiketli, ama Ankara için kontrol imkânı veren modeller üzerinde oynanır. Rum tarafında kuşku ve uluslararası aktörlerde temkinli desteklenebilir. Oluşabilecek riskler: Uzun vadede çözümsüzlük ve güven bunalımı devam eder; jeopolitik gerginlikler artar. (Bölgesel güç dengeleri; İsrail, Yunanistan, AB yatırımları bu bağlamda kritikleşir.)

  3. Gecikme ve politik fayda sağlama (iç siyasetin aracı olabilir!): Erhürman’ın Ankara ziyaretinin zamanlaması, KKTC iç siyasetinin dengeleri ve Rum iç siyaseti hesapları nedeniyle, görüşmeler ötelenip; süreç medyatik yarışa, suçlama mekanizmalarına dönüşebilir. Bu senaryo, süreci uluslararası alanda zayıflatır ve SAFE gibi mekanizmaların kullanımını olumsuz etkileyebilir.

Bilinçaltı siyasal davranış: Söylem, imge ve güven psikolojisi...

Siyasal davranış biliminden bakıldığında, tarafların her hamlesi, hem rasyonel hem de simgesel etki taşır. Erhürman’ın “ılımlı” imgesi, hem yerel vatandaşta umut yaratır, hem de karşı tarafta belirsizlik üretir; bunlar da, “bekle-gör” psikolojisini tetikler. Rum yönetiminin takvim ve “kırmızı çizgi” ısrarı, güvenlik algısına dönük bir içerik sunar. Algılanan tehdit ne kadar yüksekse, tarafların taviz verme eğilimi de o kadar düşer. Bu noktada liderlerin bilinçaltına hitap eden söylemleri (güvenlik, kimlik, tarihsel adalet) kısa vadede siyasi sermaye kazandırırken, uzun vadeli müzakere sermayesini de tüketebilir.

Stratejik öneriler; ne yapılmalı?

  1. Şeffaf takvim + küçük, doğrulanabilir güven yaratıcı önlemlere yönelik açılımlar: Güven tesisinde somut, izlenebilir adımlar (sınır geçişleri, ortak altyapı projeleri, gençlik programları), müzakere mekanizmasını güçlü tutar. Bunlar, hem iç kamuoyuna yönelik söylemi destekler hem de AB içinde iyi niyetin işareti olurlar.

  2. Ankara-Lefkoşa koordinasyonu: Erhürman’ın manevra alanını genişletmek için, Ankara’ya danışmadan hareket etmemesi, ancak bağımsız temsil kapasitesini güçlendirecek, kurumsal adımlar da atabilmesi önemlidir. Müzakere heyetinin, farklı boyutlarda günümüz şartlarında, profesyonelleştirilerek tamamen yenilenmesi ve şeffaflığını artırması, hem iç eleştirileri azaltacak, hem de uluslararası muhataplara güven verecektir.

  3. AB SAFE hedefleri perspektifinden pragmatizm: Türkiye’nin SAFE’den beklentileri olacaktır. KKTC ve Türkiye, AB’yle müzakere dinamiklerini bir fırsata çevirmek istiyorsa, sert milliyetçi retorikten ziyade, teknik ve güvenlik temelli argümanlarla pozisyon almalıdır; ancak bu, egemenlik ve güvenlik kaygılarına, pragmatik çözümler üretmeyi de gerektirecektir.

  4. Uluslararası denge oyunu; müdahil aktörleri dengeleme: İsrail, Yunanistan, ABD gibi aktörlerin bölgedeki rolleri, hem güvenlik hem ekonomik alanlarda belirleyici olacaktır. Lefkoşa ve Ankara, bu aktörlerin çıkarlarını dikkate alan paket çözümler önermeli; tek taraflı hamlelerden kaçınmalıdır.

Sonuç: Fırsat penceresi mi, illüzyon mu?

Mevcut tablo bir fırsat penceresi sunuyor; BM’nin aktifleşmesi, Erhürman’ın ılımlı imajı ve AB ile güvenlik eksenindeki yeni yapılanmalar, bu pencereyi oluşturuyor. Ancak pencerenin ardındaki manzara karmaşık: İç siyaset dinamizmi, Ankara’nın SAFE meselelerindeki hedefleri ve Rum tarafının takvim baskısı, bir arada işliyor. Kalıcı bir ilerleme için tek gereken, iyi niyet beyanları değil, kısa vadede doğrulanabilir güven adımları, uzun vadede ise egemenlik ve güvenlik endişelerini dengeleyecek, yaratıcı hukuki ve siyasi düzenlemeler. Eğer taraflar bilinçaltı düzeyde birbirine “güven” mesajı veremeyecekse, süreç söylemsel manevralarla tıkanacak; ama eğer liderler cesur, teknik ve şeffaf adımlar atarsa, Kıbrıs ada için yeni bir sayfa açılabilir. Bu süreç, taktiksel görüntülerle kolayca maskelenebilecek stratejik bir kavşakta duruyor; doğru hamleler davranışların ötesine geçip, yapıların değişmesini sağlayabilir.

Son söz; siyasal stratejiye, bilinçaltı düzeyinden bir dokunuş:

Kıbrıs meselesinde artık yalnızca diplomatik manevralar ya da taktiksel hamleler değil, bu hamlelerin toplumların, bilinçaltında nasıl algılandığı ve duygusal düzeyde nasıl kodlandığı da, belirleyici hale gelmiştir. Siyasal iletişim artık sadece mesajın içeriğiyle değil, mesajın bilinçaltına bıraktığı izlenimle ölçülmelidir. Bu noktada, etik temelde yürütülecek Bilinçaltı Odaklı Siyasal İletişim, manipülasyon değil; güven, umut ve ortak duygusal rezonans yaratma sanatı olarak karşımızda duracaktır. Her iki taraf için de temel öneri şudur: korku, suçlama veya ayrışma çağrışımı taşıyan dil yerine, birlik, ilerleme ve karşılıklı kazanım duygusunu bilinçaltına yerleştiren semboller kullanılmalıdır.

Müzakerelerde, ortak projeler, kültürel temaslar, gençlik programları gibi pozitif duygusal deneyimler içeren adımlar, toplumların bilinçaltında, “birlikte var olabilme” inancını güçlendirecektir. Çünkü güven bir anda değil, tekrarlanan olumlu duygusal temaslarla oluşur. Liderler iletişim stratejilerinde, sadece ne söylediklerine değil, beden dillerinin, ses tonlarının, sembolik jestlerinin bilinçaltı etkilerine de dikkat etmelidirler. Bilinmeli ve şimdi daha fazla farkına varılmalıdır ki, gerçek samimiyet ve duygusal tutarlılık, bilinçaltında fark edilir ve kalıcı olur.

İletişimde kullanılan dil sürekli olarak psikolojik ve nörodavranışsal analizlerden geçirilmeli; mesajların bilinçaltı düzeyde korku, çaresizlik ya da öfke yerine güven ve denge duygusu uyandırdığı, test edilmelidir. Yanlış bilginin, önyargıların ve “tehdit algısı”nın bilinçaltında yer etmesini engelleyecek, hızlı doğrulama sistemleri, bilinçli bir şekilde oluşturulmalıdır.

Sonuç olarak, bilinçaltı boyutu göz ardı edilen hiçbir strateji, uzun vadede sürdürülebilir değildir. Toplumsal travmaların, kimlik kaygılarının ve tarihsel korkuların, bilinçaltındaki yankılarını dönüştürmeden yapılan siyaset, sadece yüzeyde değişim yaratır. Eğer her iki taraf da siyasal stratejilerini bilinçli akıl ile bilinçaltı duygular arasında denge kurarak, şeffaf, etik ve duygu odaklı bir iletişim anlayışıyla kurgularsa; o zaman Kıbrıs sahnesinde oynanan oyunlar değil, gerçek bir stratejik dönüşüm konuşulmaya başlanacaktır ve bu dönüşüm, zihinlerde değil, bilinçaltında kök saldığında kalıcı hale gelecektir...

“Gerçek uzlaşı, imzalarla veya sözlerle değil; masada değil, bilinçaltında güven inşa eden zihinlerle başlar...

Mert MAPOLAR, C.Ht.

Bilinçaltı Davranış Bilimci


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Kıbrıs Postası’nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.