BM sorumluluklarını yerine getirmeli
Kıbrıs sorununa bakış ve beklenti açısından, bir Rum siyasi veya bir Rum vatandaşı nasıl düşünür?
Mutlaka farklılıklar gösterir.
Ancak tahmin etmeye çalışırsak;
Genel olarak Kıbrıs sorununun 20 Temmuz 1974 sonrası başladığı ve öncesinde hiçbir sorun olmadığı, kuzeyde evleri ve arazilerinin başkaları tarafından alındığı, Kıbrıs Cumhuriyetinin tek sahibi, devletin tek yönetimin kendileri olduğu, günün birinde bunların biteceği ve Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs Cumhuriyetindeki vatandaşlık haklarına razı olarak sorunun çözüleceği, özetle genel bakış açısı budur diyebiliriz.
Abarttığımı ve Rum halkının genelinin böyle düşünmediğine inanan insanlar olabilir.
Ki haklılık payı da vardır.
Aynı durumda biz olsaydık, tüm dünya bizi mağdur görüyor, devletin tek sahibi olarak bizi tanıyor, her anlaşma denemesinde masadan kaçsak da herhangi bir bedeli olmuyor, ama karşı taraf yıllardır ödediği bedellerin sonu gelmiyor, bitmiyor, çözüm istencini için her fırsatta gösteriyor, ispatlıyor, ama buna rağmen belirsizliği, izolasyonu, cezalandırılması bitmiyor.
Biz bu şartlarda sırf barış olsun diye, devleti, tüm uluslararası imkânları paylaşır mıydık?
Ne için, ne kazanmak için, ne uğruna, sırf barış için mi, hiç sanmıyorum.
Fark ve sorun iki tarafın eşit statüde kabul edilmemesidir.
Sonuçsuz süreçlerde, Kıbrıs Cumhuriyeti olarak dünya üzerinde hiçbir zorlamaya uğramayan, Rum toplumu ve siyasi elitidir.
Bu bir politika, aynı durumda olsak, bizde benzer politikayı çok büyük ihtimalle sürdürürdük.
Burada itiraz ettiğim, kendimizi küçümsememiz.
Kendi haklarımızı her platformda aramak varken, karşı tarafın her türlü politikasına, manevrasına karşı kendi kendimizle kavga etmemiz.
İki lider, Tufan Erhürman ve Nikos Hristodulidis ilk görüşme sonrası olumlu bir hava yarattılar.
Cumhurbaşkanı Erhürman çok önemli bir noktaya değindi ve dedi ki;
“Sürecin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi için herhangi bir şekilde muhatabını suçlayan, önyargıyla yaklaşan bir tutum sergilemeyeceğiz, suçlama oyunundan ve iki tarafı rahatsız eden sözcüklerden kaçınacağız.”
Peki, öyle mi oldu, hayır öyle olmadı, ne diyor Hristodulidis, “Bizim için, Türk askerinin adadan çekilmediği bir çözüm kabul edilemez. 1950’lerin Soğuk Savaş dönemi mantığına ait garantilere dayalı bir düzen de kabul edilemez.”
O zaman, neden güneyi askeri bir üs haline getirdin diye sormazlar mı?
Üstelik tek başına karar alarak, Kıbrıslı Türkleri yok sayarak, bu tehlike adanın bütünü için geçerli.
Başka ülke askerleri, askeri işbirliği anlaşmalarıyla, Kıbrıs adasında konuşlanacak, ama Türk askeri çekilsin, garantörlük kalksın diye şart koşulacak, bu mu, üzerinde anlaşılan suçlamama oyunu?
Eski Kıbrıs müzakere grubu üyesi Tumazos Çelepis ne demişti geçtiğimiz günlerde, “Crans Montana görüşmelerinde BM, garantilerin kaldırılmasını ve Türk askerinin çekilmesini öngören gizli bir belge sunmuştu ancak Nikos Anastasiadis bütünlüklü olmayan bir çözümü kabul edemeyeceği gerekçesiyle belgeyi reddetmişti.”
Tek sorun buysa, işte geri çevrilen fırsat.
Bu sebeple, siyasi eşitliğin sağlanması, zaman sınırının belirlenmesi gibi BM’nin geçmiş raporlarında yer alan unsurlar, daha bir önem kazanıyor.
Hristodulidis, kendi iç kamuoyunda her gün güven kaybediyor, umarım bu manevralar içe yönelik değildir.
Bir kez daha altını çizmekte yarar var;
Dört unsur ön şart değil, BM’nin raporlarında yer alan unsurlardır ve BM’ye büyük bir sorumluluk düşmektedir.
Bundan sonrasında, süreç tıkanırsa BM kendi sorumluluklarını yerine getirmelidir.
Kıbrıs Türk siyasetine düşen de, her platformda yer almaya çabalayıp, yerellikten kurtulmaktır.
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.