Yalnızlık artık kamusal bir hal: Paylaşılan izolasyon
Modern insanın en garip trajedisi, yalnızlığın artık kişisel bir mesele değil, toplumsal bir fenomen hâline gelmiş olmasıdır. Sosyal medya hesaplarımızda paylaştığımız her fotoğraf, her anlık düşünce, aslında görünür bir yalnızlık çığlığıdır. Görünürlük artıyor ama anlam azalıyor; bağlantılar çoğalıyor ama derinlik yok oluyor. İnsanlar birbirine hiç olmadığı kadar “bağlı” ama bir o kadar da yalnız.
Bir zamanlar yalnızlık, bireyin kendi içine yaptığı yolculuk ve dinlenme fırsatıydı. Şimdi ise herkesin gözü önünde yaşanıyor; bir tür kamusal performans hâline geldi. Bir fincan kahveyle çekilen fotoğraf, sahil kenarında yalnız bir yürüyüş, hatta yalnız başına bir kitap okuma… Tüm bunlar paylaşıldığında, yalnızlık hem görünür oluyor hem de sosyal bir tüketim nesnesine dönüşüyor. Artık insan yalnızlığını özel tutamıyor; çünkü “yalnız olmak” bile paylaşılabilir bir deneyim hâline gelmiş durumda.
Sosyal medyanın bu yeni işlevi, bir yandan izolasyonun görünürlüğünü sağlarken, diğer yandan gerçek bağlanmayıbaltalıyor. İnsanlar kendi yalnızlıklarını başkalarının yalnızlığıyla karşılaştırıyor, kendilerini sürekli değerlendirme hâline giriyor. Bu durum, yalnızlığı hem bir yarış hem de bir performans hâline getiriyor. İnsan, yalnız olduğunu fark ettiğinde artık yalnızca kendi içine bakmıyor, aynı zamanda dijital kalabalığın yargısına da açık hâle geliyor.
Oysa yalnızlık, temelde insanı kendine döndüren bir deneyimdir. Sessizlikte, düşüncede ve duyguda bulduğumuz derinlik, sosyal medyanın parlak ışıkları arasında kayboluyor. Bir insan, kendi yalnızlığını başkalarına anlatmak zorunda olmadığı zaman gerçek anlamda var olur. Çünkü paylaşmanın zorunluluğu, yalnızlığın özünü yok eder; onu bir gösteriye dönüştürür.
Bu durum, çağımızın ruhsal açlığını da ortaya koyuyor. İnsanlar yalnız olduklarını fark ediyor, ama aynı zamanda “yalnız olmadıklarını göstermek” için çabalıyor. Bu paradoks, modern iletişimin en temel krizlerinden birini temsil ediyor: insanlar bir arada olmanın rahatlığını değil, görünür yalnızlık performansının baskısını yaşıyor.
Tasavvuf perspektifinden bakıldığında yalnızlık, insanın en büyük öğretmenidir. Mevlana, “Kendi içine bakabilen insan, gerçek arkadaşını bulur” der. Burada bahsedilen arkadaş, dışarıda aradığımız insanlar değil, kendi ruhumuzdur. Yalnızlığı kamusal hâle getirip dijital sahnede performansa dönüştürdüğümüzde, ruhun öğretici yanını dinlemeyi bırakıyoruz. Oysa sessizlik ve yalnızlık, insanın kendi kalbiyle konuşabildiği en değerli andır.
Belki de çağımızın en büyük derslerinden biri şudur: Yalnız olmak utanılacak bir durum değil, paylaşılamayacak kadar değerli bir deneyimdir. Görünürlüğün cazibesine kapılıp yalnızlığı sahnelemeyi bırakmalıyız. Çünkü yalnızlık, gizliliğiyle insanı büyütür; sessizliğiyle anlam kazandırır; içsel yolculuğu ile özgürleştirir.
İnsan, yalnızlığı kamusal bir durum olarak yaşadığında, aslında kendi ruhunu göremez hâle gelir. Oysa gerçek yalnızlık, bir başkasına anlatılmayı beklemez; kendi içinde yaşanır ve büyütür. Modern insanın görevi, bu farkı yeniden hatırlamak ve yalnızlığın sessizliğine saygı göstermektir.
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.