Kalbin akıl karşısındaki direnişi
İnsan, tarih boyunca iki güç arasında sıkışıp kaldı: akıl ve kalp.
Akıl, güvenliği ve düzeni ister; kalp, anlamı ve derinliği.
Biri ölçer, tartar, hesaplar.
Diğeri hisseder, sezer, inanır.
Ve yüzyıllardır bu iki kutup, insanın iç dünyasında bir denge savaşı veriyor.
Modern çağ bu savaşta tarafını seçti: Akıl.
Teknolojinin, verinin, bilimin ışığında insan aklını tahta oturttu.
Her şey ölçülür, sınıflandırılır, analiz edilir hâle geldi.
Ama garip bir şey oldu: bilgi arttı, bilgelik azaldı.
Çünkü akıl ilerledikçe, kalp geri çekildi.
Oysa kalp, sadece duyguların evi değil, hakikatin sezgisel merkezidir.
Akıl bize “nasıl”ı öğretir;
kalp ise “niçin”i fısıldar.
Bir köprünün nasıl yapıldığını bilmek aklın işidir;
ama neden o köprünün yapılması gerektiğini anlamak kalbin.
İnsan, yalnızca akılla yaşarsa bir makineye dönüşür;
yalnızca kalple yaşarsa bir hayale.
İkisinin dengesi, insanı insan yapan o zarif denge çizgisidir.
Mevlana, “Akıl bir kandil gibidir; kalp ise o kandilin içindeki ışıktır” der.
Ne güzel anlatır...
Kandil şekil verir, ışık anlam.
Bugün biz şekillerin peşindeyiz ama ışığı unuttuk.
Her şeyi açıklıyoruz ama hiçbir şeyi hissetmiyoruz.
Bilgimiz arttı ama huzurumuz eksildi.
Çünkü kalp olmadan akıl, soğuk bir aynadır;
yansıtır ama ısıtmaz.
İletişim dünyasında da bu dengesizlik açıkça görülüyor.
Birbirimizi analiz ediyoruz ama anlamıyoruz.
Birinin davranışını, duygusunu algoritmalarla çözmeye çalışıyoruz.
Ama insan, matematiksel bir denklem değil.
Bir tebessümün ardındaki kederi, bir sessizliğin içindeki fırtınayı
sadece kalp duyabilir.
Tasavvufun bütün hikmeti, bu dengeyi kurmak üzerinedir.
Kalp, aklın karşısında değil; onun rehberidir.
Akıl yolu gösterir ama yolun anlamını kalp verir.
Yolculuk ancak ikisi birlikte olursa tamamlanır.
Kalbin direnişi, aklı reddetmek değildir;
aklın hükmü altına girmemektir.
Çünkü hakikat, yalnızca ölçülebilen bir şey değildir — hissedilmesi gerekir.
Modern insanın ruhsal yorgunluğu, kalbin susturulmasından doğuyor.
Kararlarımız mantıklı ama sonuçları anlamsız.
Çünkü içimizdeki kalp, sürekli olarak “Bundan emin misin?” diye fısıldıyor.
Fakat biz o sesi, gürültüyle bastırıyoruz.
Belki de en büyük cesaret, yeniden kalbin sesini duymak.
Kalp, bilgeliktir.
Akıl, bilgi.
Bilgiyle yol bulunur ama bilgelikle doğru yöne gidilir.
Birini kaybedersen yönünü, diğerini kaybedersen nedenini yitirirsin.
Bu yüzden Mevlana, “Aklı olanın yolu vardır, kalbi olanın ışığı” der.
Işık olmadan yol, karanlıktır.
Bugün insanlık büyük bir sessizlik içinde aslında kalbine dönmeye çalışıyor.
Meditasyonlar, içe dönüş pratikleri, tasavvufun yeniden keşfi...
Hepsi bir arayışın yankısı.
Kalbin akılla yeniden el sıkıştığı, anlamın yeniden doğduğu bir dengeye duyulan özlem.
Sonunda anlıyoruz ki:
Akıl hesap yapar, kalp dua eder.
Ve dua, hiçbir denklemin çözmeyeceği bir hikmeti açar.
İnsanın kurtuluşu, aklını kaybetmesinde değil;
aklını kalbiyle hizalamasında gizlidir.
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.